Bir Koşudan Anlar


Çağımızda geçmiş yüzyılların bilmediği, kısa ömürlü bir yaratık yaşıyor. Sinemadan çıkmış insan. Gördüğü film ona bir şeyler yapmış. Salt çıkarını düşünen kişi değil. İnsanlarla barışık. Onun büyük işler yapacağı umulur. Ama beş-on dakikada ölüyor. Sokak sinemadan çıkmayanlarla dolu; asık yüzleri, kayıtsızlıkları, sinsi yürüyüşleriyle onu aralarına alıyorlar, eritiyorlar.

- Yusuf Atılgan


El yükseltiyorum. Bir örnek de ben vermek istiyorum. Çağımızda kısa ömürlü bir yaratık yaşıyor: Koşan insan. Kolları salına salına bazen yavaş bazen hızlı tempoda mesafe katediyor. Hızı önemli değil zira zaten o sadece kafanın içinde yaşıyor. Ve evet: ömrü çok kısa. Koşusu bitip bir tarafa atınca kendini, dönünce kalp ritmi normal bir seviyeye o insan olmaktan çıkıyor. Ne kadar olduğu kişinin yaşına, kondisyonuna, sağlığına bağlı olan o sürede yaşanan bütün o parlak anlar, anılar, düşünceler, fikirler, hayaller, umutlar, duygular, duyulanlar, duyurulmak istenenler hiç olmamışcasına yok olup o beynin içinde bir yerlere saklanıveriyor. Sonrasında çıkıyor mu, hep orada kalıyor mu, bilinçaltına sıkışıp geceleri uykuda kaçacak çatlak arıyor mu, arada kendini dejavu şeklinde ortaya çıkartıp kafamızı karıştırıyor mu artık orasını bilemem. Okumadım. Öğrenmedim. Bunları yapan da bilir mi, onu da bilmem.


Ama sıkıldım bu durumdan tabii, o başka. Bol bol komplo teorisine neden olup şimdiden hakkında fanteziler kurulan "Neuralink" şirketi var ya: Elon Musk ilk çipi belki de bana takmalı. Çipin tek amacı koşu anında beynimde dönen ne varsa kayıt altına almak olmalı. İsterse şekilsiz, ayıklanmamış, bir yığın şeklinde kaydedilmiş olsun. Ama olsun. Olsun ki o düşünüp düşünüp heyecanlandığım, bir süre sonra iyice dalıp koştuğumu bile hissetmediğim, başka bir tabirle ayağımı yerden kesen o dünyayı daha sonra başka bir şekilde yeniden oluşturmama yardım etsin. Edebilir mi? Çok mu şey istemiş olurum?


Kulağımda 'Peyk' çalıyor. Ne güzel müzik. Ne samimi. Ne gerçek. Sanki üç dört arkadaş akşam oturmasına gelmiş. Biri gitar, öbürü keman çıkarmış. En yetenekli olan da seçmeden, bir plana bağlı kalmadan sırayla istediği şarkıları söylemeye başlamış, diğerleri ona eşlik etmiş. Derdimiz, tasamız ya yok, ya o sıra unutmuşuz. Veya bırakmışız o sürelik. Fark etmez. Ama olamıyor artık. Çünkü adam gitti. İrfan Alış'ı geçen hafta kaybetti bu dünya. Ne üzüldüm. Bir gerçek daha silindi sanki. Biraz daha eksildi burası. Onurlandırıyorum gibi dinledikçe. Unutulmama bahsi hani? Ama fark etmez. Adam gitti. Biri gittikten sonra yapılan her şey kalanları bağlar. Giden gitti. 


Yürüyüş. Ağaçlar. Koşmak. Parkur. Tartan pist. Kediler. Asfalt. Karşıdan gelenle yarım saniye göz göze gelmek. Hızlanmak. Nefes nefese kalmak. Randevulaşmak. Pist başında buluşmak. Arkadan hızlı gelene yol vermek. Yürüyüşe başlamak. Göl. Muhabbet. Önüne bakıp ilerlemek. İlginç bir şey duyduğunda kısa bir süre soluna bakmak. Göz göze gelmek. Yavaşlamak. Önüne bakmak. Hızlanmak. Telefonunu kontrol etmek. Saati görmek. Yaptığın kilometreye şaşmak. Kendini tebrik etmek. Pistin sonuna gelmek. Bir öpücük almak. Gülümsemek.


Hepsi iç içe. Sırasız. Hepsi bir. Mekansız. Hepsi yaşandı. Hepsi yaşanacak.


Çok övünülecek bir yanı olmasa da şu ana kadar yazdığım şeylerin çoğunu bu 'seanslar' yarattı. Yeni bir fikir. Yeni bir ifade. Yeni bir sözcük. Kullanabildiklerimden çok daha fazlasını unuttum. Belki daha sonrasında hatırladım. Bilemiyorum. Umarım öyle oluyordur. 


İlk 'flâneur' Baudelaire'e selam olsun. O şehri nedensizce adımlayıp materyalini çıkarırken ben ve benim gibiler de vücudunu harekete geçirip bir şeyler elde edebiliyor. Belki de eylemsizliği kısıtlı bir süre ortadan kaldırmak. Hiçbir şey yapamadan durup kalmaktan kısa bir süre uzaklaşır gibi olmak, şansını denemek. Tutarsa mutlu olmak.


Koşumun sonuna karanlık bulutlar çöküyor tepemize. Üstümüze kapanacak gibi oluyor gök. Şartlandığımdan mıdır nedir, korkutucu görünecek gibi hissediyorum önce. Bir süre bakınca ilginç bir şefkat hissedebiliyorum ama sadece. Annenin akşam bir odana uğrayıp, çıkarken de son bir bakıp "ışığını kapatayım mı" diye sorduğundaki yüz ifadesinde o şefkat. Onu gösteriyor basık bulutlar. 


Olur anne, kapat lütfen. 

Ey basık bulutlar, bugünlük bana yetti. 

Acaba üstüme doğru kapanıp 

bugünü bitirebilir misiniz?




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dans Bakışı / Gölge Serinliği / Sinema Yolları

Aramak ya da arayamamak

Alıntılar