Dans Bakışı / Gölge Serinliği / Sinema Yolları


Çevreden bihaber salınıyor vücudumuz. Müzikle uyumlu, bir o kadar da bağımsız.  Bir anlamda kendi ritminde ilerliyor tüm hareketi. Belki o yüzden ayrık geliyor etraftaki kalabalıktan. Çevre topluluklar bulut olmuş, biz üstünde. Onun hafifliğiyle devam ediyor gecenin büyüsü. Bir an uzaklaştık, gözlerimiz buluştu. Birbirimizi görmeye çalıştık. Bir an onu görüp gömülmeye, o boyutta buluşmaya…  

Ritim değişti, şimdi hızlanıyoruz. Etraftan gelen enerji dalgası bize de sıçradı. Bir canlandı hareketlerimiz. Gözler hala kenetli, artık içleri gülüyor. Bir an önceki süzüş kendini bir oyun istencine bıraktı bile. El tutuşuldu, ayaklar kalkıp inmeye başladı şimdi. İçimizde çocuksu bir neşe var.

 

Hızlı adımlarla ayak uydurmaya çalıştığım sırada denk geliyorum bir an, o bakış… Bugüne kadar hiç tanık olmadığım bir ifade. Denesem tarif edemeyeceğim belli belirsiz bir mimik. Daha önceki hiçbir duruma uyduramıyorum kafamda. Ne onu mutlu ettiğim bir an ne heyecanlandırdığım ne de şaşırtmak istediğim anlardan biri bu. Bulamadıkça daha da afallatıyor beni. 

 

Adımlarım iyice geride kaldı, fark ediyor. Yeniden göz göze geldiğimizde ifade gitmiş oluyor artık. Gülümsüyorum. Sorun olmadığını anladı, tekrar dansına dönüyor odağı. 

 

İşte! Yine orada. Tıpkısının aynısı o surat, kendi içinde bir şapşallığı olan bir bakış. Bayıldığımı fark ediyorum buna. Daha neye benzediğini tarif edemiyor bile olsam bendeki etkisine şaşmam yetiyor. Bir şeyleri sevindiriyor içten içe. Nasıl hiç göremedim bunu önceden? Nasıl hissedemedim şu an yaşadıklarımı?

 

Bir kenara geçip oturuyoruz. Performansımı beğenmiş. Çok iyi biliyor dans etmeyi sevmediğimi. Hafif şaşkınlıkla, ama çok da sezdirmemeye çalışarak “Eğleniyorsun galiba” diyor. Benim aklım hala biraz önce yaşadıklarımda. Çok cevap da veremiyorum, durup izlemekle yetiniyorum.

 

Daha çok şey keşfediyorum baktıkça sana

Yaşadıkça bambaşka senaryolarda

Yorgun da hissediyorum bir yandan

Ama doyamadım da sanki o surata

Daha fazla tanık olmak istiyorum ona

 

Hızlı bir parça başlıyor, kalabalığın ilgisini çekti. Sahne kenarına yönelim başladı bile. Birbirimize bakıyoruz, gözlerimiz onay veriyor. El ele, koşa koşa gidiyoruz müziğe doğru.

 

 

***

 

 

Şu ‘an’ ideal havayı bulduğumuzu düşünüyorum. Güneşli ve açık gökyüzünün huzurunda, bu ağacın altında, kuru çimlerin üstünde, uzanır durumda, karşıdan hafif yel alacak kadar eğik bir açıda, günün tam bu saatinde, ikimiz yan yanayken sanırım başarabildik bunu. Keşke elimde bir yöntem olsa: bir fotoğraf makinesi nasıl kullanıldığı saniye o ortamın ışık değerlerini kaydedip anı ölümsüzleştirebiliyorsa (insanın ona atfettiği, hafif mistik bir nitelik, kesinlikle tartışmaya açık) ben de bu anın havasını kaydedebileyim. Gelecekte, en bunaldığım yaz günlerinden titremeye başladığım kış günlerine kadar, her ihtiyaç duyduğumda üstüme boca edip bir anlık nefes alıp huzur dolabileyim. Üstelik herkesin yararlanabileceği bir şey olurdu da bu. Ofislerdeki klima derecesi kavgaları sona ererdi mesela. Herkesin ideal havası farklı olduğundan, kimse birbirinin havasına tahammül etmek zorunda kalmazdı. Herkes kendi şişesini çıkarır, onun hakimiyet alanında soluklanırdı. Eee hanımlar beyler, yıl artık 2022. Zaman içinde tüm tüketimlerimizi özelleştirdik, ‘senin tarzın’ kisvesiyle ayrılmadık mı birbirimizden? Ne işe giderken dinlediğimiz müzik birbirine benzedi, ne eve gelince izlemek için açtığımız diziler. Kendinizi tüketimleriniz üzerinden tanımlamadınız mı? Yan komşudan ayrışmak için gece gündüz çabalamadınız mı? İşte, projemizin sonlarına yaklaşmış bulunuyoruz. Buraya kadar vardığımızda soluduğumuz hava aynı kalır mı sandınız? Aha! Yanıldınız. Artık herkesin havası, sıcaklığı kendine. Koşunuz! Hemen bu aletten edininiz ve yeni hayatınızın ilk nefesini ciğerlerinize çeki…


-   Ne düşünüyorsun?


Merakla bakan o çift göze yöneliyor bakışım. Kendimi bir filmde hissediyorum. Kaç bin kere gördük bu sahneyi daha önce? 

Bizimki gibi bir ağacın altında uzanan çifti görürüz ilk olarak. O gölgenin altında huzurlu bir kare yerleştirilir zihnimize. Erkek kolunu kızın etrafına dolamıştır, kız erkeğin göğsüne kafasını rahatça yerleştirmiş, gözleri kapalı yatmaktadır. Sonra kafasını hafifçe kaldırır. Diğeri bunun farkında değildir. O uzaklara doğru büyük bir ciddiyetle bakmaktadır. Kız, sinema sektörümüzün yıllar yılı tecrübesine dayanarak çok ince detaylarla hesaplanan bir süre kadar daha oğlana bakmaya devam eder ve sorar: Ne düşünüyorsun?

Sanırım tablomuz aşağı yukarı böyleydi, düşünce zincirime kendimi fazla kaptırıp ben de o jön erkek havasına girmiş, uzaklara doğru dünyayı kurtarıyormuş gibi bakmış olmalıyım. Öyleyse, cevabı da vermek boynumun borcu oluyor. Fakat bu senaryolarda oğlan genelde, o bakışların hakkını verecek şekilde bir şeyler söyler. Peki ben? Ben ne düşünüyordum harbiden? Ah güzelim, nereden başlasam ki.


-   Hiç, dalmışım canım.


Daha yakınlaşıp kollarıma alıyorum onu. İşte bu kadar. Bu kadarı yetiyor aslında. Düşüncelerim daha berrak şimdi, olumsuzluk daha az. Distopyalar, dünya nerelere gidiyorlar, sonumuz ne olacaklar, ben ne olacağımlar daha uzaktalar artık. Hala biliyorum varlıklarını, ama uzaktan. Sanki bana yetişemiyor o an pençeleri. Koruyucu meleğime sayıyorum bu etkiyi. Daha bir sıkı sarılıyorum.

 

 

***

 

 

Sinema çıkışında yaşanan bir anlık şaşkınlık, perdedeki gerçeklikten gözüne hücum eden güneş ışığına anlık bir geçiş. Bir iki saniye duraklama anı, sonrasında zihne hücum eden düşünceler. Boş duramadık çünkü, çekindik o amaçsız dakikalardan. Şuranın kahvesi iyiydi, oraya oturalım istersen, olur. Filtre, latte. Kahveler gelince bir yudum alınır, gözler kenetlenir. Kaçınılmaz olanı sessizce beklemenin huzuru. Kim açacak konuyu? O önce davranıyor: Nasıl buldun?


-   Güzel çekilmiş ama metni pek beğenmedim. Basit kalmış

-   Ne gibi

-   Ne gibi… Mesela, karakter motivasyonları ikna etti mi seni? Aldıkları kararlar onların film boyunca yaşadıklarından çıkardıkları derslerden çok yönetmenin kulaklarına fısıldadığı şeyler gibiydi

-   Hayır ya

-   Neden

-   Kızın en son bırakıp gitmesine takıldın bence sen

-   Örneklerden biri yani

-   Gerçekçi değil miydi yani bunu yapması

-   Elbette olabilir, ama yönetmen bu kararı filmin “climax’i” yapacaksa gelişimini biraz daha işlemeli sanki

-   Daha ne koysun ki ilişkileri hakkında, her şeyi de göstermesini bekleyemezsin yani

-   Tahmin ediyorsun bence, sadece filme bakarsak görmedik

-   E zor değil ki zaman içinde neler yaşandığını düşünebilmek

-   Zorluğundan değil, tahmin edebiliriz tabii ama yine de görmemiz gerektiğini düşünüyorum. Gösterme sanatı sonuçta değil mi? Sanat filmi yapacağız diye de ters köşe yapma gerekliliği hissetmesin bence yönetmenler, onlara da yazık ya

 

Yüzlerde ufak bir gülümseme, kahveleri soğutmayalım hareketi, birkaç yudum daha içiliyor.


-   Bir sonraki film kaçta

-   İki saat var daha, onun salonuna yirmi dakika kadar yürümemiz gerekecek ama

-   Tamamdır, ona göre çıkarız

 

Yoktan var olmuşçasına, perdeye yansıyan ilk ışıkla, işte başlıyor bir film daha. Bambaşka insanlar, bambaşka yerler, bambaşka bir hayat.

Dışarıda yine aynı düzende konuşuluyor. Bu sefer çarşı sokaklarında el ele. Şimdi de ben beğeniyorum filmin kalemini, o zorlama buluyor. Bir an dışarıdan bakıyor gibi oluyorum halimize. Yukarıdan takip eden bir kamerayla inceliyorum hareketlerimizi. Gizli mikrofonlardan duyabiliyorum konuşmaları. Biz hangi filmdeyiz şu an? Anı yaşamaktan çıkıp bir film değerlendiriyor gibi bakabilir miyiz hayatlarımıza? Senarist de yönetmen de bizken, bu yüksek sorumlulukta kendimize karşı ne kadar dürüst olabilir ne kadar yüklenebiliriz bilmiyorum. Her gün deniyoruz elbette, bazen sahici olabiliyoruz. Ama bazen çok dikkatimiz dağılıyor, toplayamıyoruz kafamızı. O zaman salıveriyoruz akış dediğimiz şeye hayatı. Sonra dönüp bakıyoruz, “Ah be, nasıl da geçti bunca zaman!”. 

 

Sahile doğru yönelen yolda bir sürü hayat var. Dünya üzerindeki konumları o an kesişen hayatlar. Kimi banklarda oturmuş sohbet içinde, kimi ayakta denizi izliyor. Biz de aralarında yürürken gözlerimiz kamera, iç sesimiz kalemimiz oluyor. Herkese bir rol bulabiliyoruz, durumlarını tek tek yazabiliyoruz. Bazen iyi becerdiğimizi düşünürsek aramızda paylaşıyoruz. Beğenecek mi diye beklentiye girdiğim oluyor, olumlu tepki alırsam daha bir hevesleniyorum. Eğer izlediğimiz filmlerden etkilendiğimi sezersem paylaşmıyorum, sonralara saklıyorum onları. 

 

Bizim yaşadığımız da bundan işte. Film. Film içinde film. Hayaller, gerçekler, tepkiler, hareketler, diyaloglar… Yazılmış, çizilmiş, tasarlanmış bir kere. Yaşanmışlıklarla dolmuş içi. Sonra yansıtılmış objektif karşısında, yalıtılarak.

Neydi tüm filmlerin ortak noktası? Hepsi bir noktada bitiyor. Hepsinin bir anında onun yokluğuyla kalakalıyoruz. Kimisi yumuşakça yapıyor, hoş bir piyano ezgisiyle arkada güzel bir dağ manzarasını birleştiriyor. Alıştıra alıştıra götürüyor seni anlatısının sonuna. Bazları o kadar insaflı değil, duygularının en yoğun olduğu anda birden yitiveriyor karşında. Kimisi koca bir “THE END” çıkarıyor karşına. Didaktik bir bakımdan, filmin sonunda bile sana bir şeyler vermeye çalışıyor. “Bakma boşuna, bitti.”. Ama değişmiyor işte en sonu. Nasıl biterse bitsin o karanlık boşluk oluyor seni bekleyen. Karşına çıkıveren, sana hiçbir ışık vermeden “Buraya kadardı, işte şimdi yeniden kendi kendinesin” diyebilen.


Filmde gibiyiz. Bizim de bir sonumuz var. Bizi de bekleyen bir kara boşluk var önümüzde. Ne zaman? Kim bilir, bir gün. Varlığını hatırlamak istemesek de oracıkta sinmiş bekleyen o an. Bu filmin sonuna kadar kaç film sığdırabiliriz acaba


-   Dönelim istersen, hava da serinledi.

-   Bitti mi?

-   Nasıl?


Şaşkınca bakan bir çift göz. Sımsıcak gülümseyen bir surat.


-   Ne bitecek deli, gün işte

-   Ha evet

-   Çok güzel bir gündü

-   Öyleydi canım

-   Yine gelelim

-   Gelelim tabii

 

Kenetlenen ellerin ısınma çabası, kıyının tersine yürüyen bacaklar, rüzgâra karşı başını öne eğen insanlar, huzursuz bir sahil. 

Bugünün de sonu geliyor, her gün gibi.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mutluluk Meselesi

İstasyonlar