25

25 yaş deyince büyük bir anlamı yok aslında, ama “çeyrek asır” deyince bir ağırlık çöküyor bünyeye


Hücum kayıttayız. Buranın konseptinden çıkıp, kurguyu askıya alalım ve yarım asra – belki de çeyrekten üç çeyreğe uzanacak bir asra – bir not bırakalım


Yetişkinlerin bol bol şikayet ettiği “zamanın gittikçe daha hızlı akması” fenomenini, “üzerine düşündüğün zaman / tüm yaşamın” oranı üzerinden açıkladığımda 14 yaşındaydım. Dönüp bakınca hiç fena değilmiş. 11 yıldır daha iyi bir açıklama getirdiğimi söyleyemem. Son bir yıla dönüp baktığımda, bu yıl hissettiğim ‘1/25’, geçen yıl hissettiğim ‘1/24’ten doğal olarak daha kısa geliyor bana. Gittikçe daha hızlı, gittikçe daha ani. Ve garip bir şekilde, daha çok salınarak. Hayatın içinde salınan


Çocukken gözüme daha mantıklı gelen yetişkinlik, şimdi daha çok hayatın içine karışmak ve oradan oraya savrulmak gibi hissettiriyor. Ve bu, kulağa geldiği kadar kötü bir şey değil. Belki zamanın akışını biraz daha anlamlandırıp onunla barışınca, bu salınma da kendiliğinden başlıyor. Geçişi sen bile pek anlamadan, sadece hissettiğin bir şekilde. O akışın içinde bir parça olmak kötü bir şey mi? Bilmiyorum, ama öyle hissettirmiyor. Aslında “bir parçası olmak” ifadesi de aldatıcı: Çünkü zaman geçtikçe bedenin de zihnin de dönüşüyor. Ve benzer bir noktadan başlayan her insanın o biricik deneyimleri, onu öyle başkalaştırıyor ki, nasıl 'bir parça olabileceğimizi' düşünmeye başladığımda, bu düşünce imkansızlıkla bitiyor. Başta aynı olan taşlara farklı darbelerle şekil vermek gibi; bir süre sonra, kalıplara sığdıramadığımız taşlar birikmiyor mu elimizde? Belki de birikiyor, sonra birileri geliyor ve bir darbeyle yerine mi oturtuyor, artık ne pahasına olursa olsun


Büyümenin farklı rolleri deneyimlemeni sağlayan kısmını çok seviyorum: Üzerine yargılarda bulunduğun kişi yıllar sonra sen olduğunda. Çocukluğumun-ergenliğimin hiç de az olmayan bir kısmı mahallenin basketbol sahalarında geçti. Doğal olarak benden büyüklerle oynardım; genellikle sahanın en kısasıydım. Buna göre davrandım, orada etkili olmayı öğrendim. Neleri yapıp neleri yapamayacağımı keşfettim. Sahada artı yönlerimi nasıl cilalayıp eksi yönlerimi nasıl en az şekilde gösterebileceğimi çözdüm. Hayat dersi oldu o sahalar çok. Yıllar geçti; ben büyüdüm, sahalar değişti, bazısı yenilendi, bazısı kapandı. Bir gün o sahalardan birinde basketbol oynarken buldum kendimi. Sporun da o sevdiğim yönü vardır: kas hafızası ve içgüdüdür çoğunlukla. Seni bazen kanser eden o düşünce dünyan çok azdır, gerek duymazsın. Kendini kaptırıp saatlerini verebilirsin. Bir maç bitti, dalıp gitmişim, arkadan bir ses geliyor, aldırmıyorum. "Abi?". Dönüyorum, çocuğun üçüncü seslenişi falan belli ki. O 'abi' benmişim. Evet, yıllar önce o yanlarında basketbol oynamayı çözdüğüm abi ben olmuşum. Ve o gün o çocuğun bakışlarında yıllar önceki kendimi görüyorum. Alttan bir saygı var o bakışta. 'Nasıl oynuyor ya' falan diyor içinden, kendi için hayaller kuruyor. Ona göre ben çok büyüğüm. Tam paket insanım artık. Ama ben mi? Ben daha o çocuğun bana 'abi' diye seslenmesini bile üstüme almamışım, tam paket insanı hiç konuşmayalım. İşte bu deneyimler çok şey öğretiyor insana. Daha küçükken kafamızda o büyük bir saygı içinde büyüttüğümüz insanların yerine geçtiğimizde şöyle oluyoruz ya: "ben gerçekten bir bok bilmiyorum". İnsana bir özgürlük vermiyor mu? Belki de kimseyi de o kadar büyütmememiz gerektiğini anlatıyor bize. Hala yaptığımıza eminim, ama büyüklüğü azalıyordur diye ummaktan başka çarem yok


Babam annemle şu an olduğum yaşta evlenmiş mesela. Çocukken gözümde ne kadar büyüklerdi. Evlendikleri zamanları anlattıklarında ne yetişkin. Meğer birlikte büyümüşüz, ben bunu yeni fark ediyorum


İleriye bakabilmek de çok önemli. İleriye, bir olasılıklar bütünü olarak bakıp onu kucaklayabilmek. Olabilecek her şeyi kucaklayabildiğin bir düşünce evreni, elbette her zaman mümkün değil. Sabah nasıl kalktığın gibi çok dünyevi şartlara bağlı. O gün başın ağrıyorsa, oldukça zor olabilir mesela. Hayat ilerledikçe bunun daha zor olacağını söylemek için kahin olmaya gerek yok. Kırk yaşındayken bir sabah belin tutulursa hangi olasılığı kucaklayacaksın? Ama yine de, hâlâ yapabildiğin günlerde, keyifli bir anda... Belki hava güzel, belki yanında birlikte bulunmaktan keyif aldığın insanlar var, belki elinde soğuk bir bira, ilk yudumunu alıp mavi gökyüzüne bakarken, derinlerden şöyle bir ses duyarsan: “I love the possibilities.”


Yaşadıkça daha iyi anladığım, anladıkça kendimi şanslı hissettiğim ve hayatımı olabildiğince bu anlayışla şekillendirmeye başladığım başka bir şey de şu: Hayatta önemli olan, 'anlamlı ilişkilere' sahip olmak. Dilimizde bu sözcüğü ısrarla romantik ilişkiler için kullanan zihniyetle ciddi bir problemim var. İnsan ilişkileri hakkında daha çok şey öğrendikçe, aslında ne kadar genel geçer şeyler olduğunu, kurulan her diyaloğun bunların çevresinde geliştiğini görüyor ve bu yüzden ‘romantik ilişki’ kavramını neden bu kadar farklı bir yere koyduğumuzu daha da anlayamıyorum. Ama konuyu daha fazla dağıtmadan, anlamlı ilişkiler üzerinden devam edeyim. Hayatta gidilecek herhangi bir noktada, nihai hedefin bu olduğunun farkına vardıkça hayata bakışın ve önceliklerin de değişebiliyor. Doğal olarak, davranış kalıpların ve olaylara verdiğin tepkilerin de değişiyor. Kendimi bu yolda ilerlemiş olarak görüyorum. Öte yandan, bunların farkına varmakla hayatının ilerleyişini bu doğrultuda yönetmek çok farklı ilerliyor genelde. Zaman geçtikçe, bu hedefe ulaşmak da giderek daha zor bir hâl alıyor. Değişen zihninin filtresi, seni otomatik olarak daha az insanla aynı kümeye iterken, senin ondan bile daha azına tahammülün kalıyor. Bunu da çoğunlukla pasif bir şekilde yaşıyorsun; daha az insana şans vererek, daha az insanla tanışarak ve sonuç olarak daha az insan kazanarak. O nedenle daha önce bahsettiğim 'anladıklarınla' hayattaki uygulaman örtüşmeyebiliyor. Ama yine de buna ihtiyacın değişmiyor. Evet, bu ihtiyaç


Şurada, hâlâ yirmilerimdeyim; ama son yıllarda, hem doğum günümde hem yılbaşında, o çocuksu sevinçten çok bir melankoli gelip oturuyor içime. Kötü hissettirmiyor. O heyecanlar hep aynı kalacak değildi. Her şeyin değiştiği bir ortamda asıl böyle şeylerin değişmemesi sorun olurdu. Ellilerindeki babalarımızın doğum gününü kutlayanlara karşı takındığı “ne kutlaması ya” tavrı da o melankolinin yansıması mı acaba


Hücum kaydın sonu. Çok darmadağın olduğuna emin gibiyim. Belki de iki çeyrek asırda bakıp bu hangi kafanın ürünü dedirtecek, üç çeyrek asırda kahkahalar attıracak bir metin. Eh, 25 sonuçta. Artık yetişkin de diyebilirsin, aklı bir karış havada da


25; bazı şeyler için erken, bazı şeyler için geç. Herhalde, herhangi bir yaş gibi işte


Neyse, mutlu yıllar kendim. Kendine karşı dürüst ol, ama gereğinden fazla da yüklenme. Elinden geleni yapıyorsun, önemli olan da bu

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dans Bakışı / Gölge Serinliği / Sinema Yolları

Aramak ya da arayamamak

Alıntılar