Aşka Dair - (Serim)
Bölüm 1
Barlardan oluşan bu dar sokakta tek istediğim bir yer bulup oturmak olsaydı hayat çok kolaydı. Fakat bir isim verilip de oraya gitmem söylendiğinde iş değişiyor, aklımdaki ismi anlık olarak gördüğüm yazılarla tek tek karşılaştırıp eşleştirme umudu gütmenin benim için kolay bir yanı yok. Zorluk karşılaştırmada değil, mekânların ismini görmekte. İsim yazımında hiçbir standardın gözetilmemesi sanki sadece beni rahatsız ediyor. Çünkü sanıyorum ki bir mekânın ismini görüp kafamdaki karşılaştırmayı yapabilmek için en fazla bir iki saniyem var. Onun da nedeni; ben bakışlarımı mekâna çevirip acaba ismi üst tabelada mı, kapının yanındaki ahşap kaplamada mı, masaların üstündeki totemde mi gibi sorularla meşgul olurken o gün yapacakları satıştan alacağı payın kaygısıyla üzerime büyük bir umutla yürüyen komi arkadaşımın yapacağı etki…
Evet, bu etki üzerimdeki yüke bir yenisini ekleyecektir ki kendisine güler bir yüzle ılımlı bir geçiştirme efekti verebileyim. Halihazırda zorlanan beni daha fazla köşeye sıkıştırmaktan başka bir şey değildir bu isim yazımı. Neyse ki bu curcuna çok da uzamadan hedefimi gözüme kestirebiliyorum.
Veranda tipindeki ön kısım gözüme masalar olmadan çok büyük geliyor. Hava bu kadar soğuk olmasa da burada sadece üçümüz oturabilsek keşke. Gerçi ‘bu kadar’ soğuk olmasa buradaki masaları neden kaldırsınlar değil mi…
Bu sefer cevap veremeyeceğim bir diyalog yok önümde. Cevaplarım çoktan hazır, dersine bir gün önceden çalışmış bir öğrenci rahatlığında ilerliyorum kapıya. Kaç kişi olacakmışız? 3 tabii. Sonra mı geleceklermiş? Bir arkadaşım içeride bekliyor, onun yanına oturacağım izninizle. İyi eğlenceler? Hah, teşekkürler kardeşim. Sana da kolay gelsin.
Dışarıdan göründüğünden çok daha büyük bulduğum salonda bir an dikilip etrafa bakakalıyorum, neyse ki kriz anlarımdan birine çok az kala bir el havaya kalkıyor da deniz fenerim oluyor. Sana da teşekkür ederim Doğa.
DOĞA: Mete, hoş geldin! Diktiniz yine beni buraya
METE: Kusura bakma kardeşim ya. Hiç bu taraflara gelmemişim ki, bulana kadar çok vakit kaybettim. Nereden buldunuz burayı harbiden
DOĞA: Benden değil, Oğulcan burayı ayarlayınca ben de sana direkt buranın ismini verdim. Navigasyon sağ olsun öğrendim ben de
METE: Al navigasyon (telefonu gösterir)
DOĞA: Gerçek mi bu? Ne inatmış arkadaş, kimse çalmayacak bilgilerini korkma
METE: İlkeler abicim ilkeler. Zamanımı iyi kullanmak istiyorum ben, sokakta yürürken bile salak bir ekrana bakmak değil
DOĞA: (gülümser) İyi bakalım öyle olsun. Neler yapıyorsun görüşmeyeli
METE: İş güç be abicim, napalım. Bu aralar yoğunlaştı biraz. Patron tepemize biniyor, adam gibi zamanımız kalmıyor. İyi ki aradınız da çağırdınız, bir nefes almam lazımdı
DOĞA: Sevindim be, iyi denk gelmiş harbiden. Aslında daha sık yapmak lazım da malum. Esra nasıl?
METE: İyi o da şükür. Selamı var çok.
DOĞA: Abi dayanamayacağım sanırım ya, Oğulcan gelmeden soruyorum: Belki sürpriz yapardın da duymuş gibi olduk sanırım, varis mi geliyormuş ne? (muzip)
METE: (güler) Evet evet, şükür. 3 aylık şu an.
DOĞA: Vay be! Çok güzel ya. Yalnız hiç haber falan vermiyorsun, başkasından öğreniyoruz yahu
METE: Biliyorsun beni be oğlum, çok sevmem bunları konuşmayı da duyurmayı da…
DOĞA: Bilmez miyiz be abi. Düğünde de aynı mevzu…
METE: Of o konu zaten… Kusura bakmayın tekrardan kardeşim. Biliyorsun Esra’nın taraf kalabalık. Kızcağız oradan oraya koşturup fotoğraf çekineyim, gönüllerini hoş edeyim derdindeydi. Benim öyle bir derdim yok diye organizasyonu üstlendim. Zaten o düğün şirketinin ta ebesini… Ağzımı bozduracaklar şimdi, çıkmayan arıza kalmadı bir gecede. Ona koş bunu hallet derken olan size oldu. İki üç dostum vardı zaten, onlarla da ilgile…
DOĞA: Aşk olsun be Mete, olur mu öyle şey. Biz sizin yanınızda olalım diye geldik zaten bir de ilgi mi bekleyeceğiz, takılıyorum ben sana. Hem Oğulcan eğlendi zaten gayet (muzip)
METE: Hay onun ben… Düğünden iki gün sonra öğrendim ben onu. Başım ağrımasın diye gizlemişler. Adam iki saatlik düğünde rahat duramamış. Ya neden kız tarafından birini kestirip asılırsın ki? Hayır tamam hadi asılmak istedin; neden önce bir sorgulamazsın kimdir bu, var mı kocası sevgilisi?
DOĞA: Sorma, yakalanınca tatlıya bağlamaya falan çalışmış bir de. Baktı olmuyor kaçmış bir türlü, ben de mesajla öğreniyorum bunu ha. Oğulcan’dır yapar dedim. Esra demiş miydi bir şey?
METE: Davut abi sinirlenmiş tabii ama çok sever beni, büyüklük yaptı. Bizim tarafa büyümedi en azından olay. Esra da aldırmadı. Yeni evlenmişiz orada, bu olaylara sıra gelmiyor…
Doğa’nın gözleri takıldı kapıya
Gördüğü yüzü fark etti tanıya
Alınca karşılığını kısacık bakışın
Uçtu kafası başka bir anıya
Karşımda Oğulcan.
O her zamanki dik duruşuyla güven veren…
Hayır bakana değil, kendine güven veren bir tavırla kapıda dikilmekte.
Birazdan bizi görecek, gülümseyerek yürüyecek, yanımıza oturacak ve anında konuşmaya başlayıp gündemimizi kaydırmayı başaracak.
Mete’yle on dakika da iki saat de otursak bu olay tekrar tekrar yaşanabilirdi.
Şimdi yine yaşanacak.
Görüşmediğimiz süre içinde nelerle meşgul olduğunu, yine nasıl maceralar atlattığını merakla dinleyeceğiz ve sonra ayrıldığımızda neden her şeyin bu kadar farkında olduğumuz halde bu kadar dinleyebildiğimizi kendimize -birbirimize değil- soracağız.
Ama yine de buna bir yanıtımız olmayacak
***
OĞULCAN: Göster bakalım yüzüğünü, bak nasıl da parlıyor ışık altında. Vay be Mete, büyüdün de evlendin he!
METE: Hee evet evet
OĞULCAN: Bir dakika ya, biz sen izin alıp gelemezsin de Doğa’yla yalnız takılırız diye umuyorduk. Dimi Doğa?
DOĞA: Hiç alakam yok
OĞULCAN: Hemen de saf değiştirir, tam bilim adamı işte. Mantıklı olmalı mantıklı. Ne diyordum, izin veriyor mu yengemiz böyle içkili ortamlara falan?
METE: İzin mi almam gerekiyor üniversiteden arkadaşlarımla…
OĞULCAN: Vay be! İşte eski tanıdığım Mete. Ama yersen… Yüz yapmayacak mı şimdi sen eve içkili içkili gidince?
METE: Eh ona söz veremeyeceğim, Esra sevmez alkolü
DOĞA: (kahkaha) Abi hiç dayanamadın şuna, hemen pes ettin.
METE: Sikerler be, size de yalan söyleyeceksem
OĞULCAN: Ha şöyle be Mete. Açık konuşalım ne gerek var böyle oyalamalara (sırıtır)
METE: Eğlen eğlen. Ben memnunum hayatımdan kardeşim. Çok da umurumda senin lafların
OĞULCAN: Bak ya, nasıl da hemen savunmaya geçiverdi. Garson kardeşim! Bir bakıcan mı buraya? İçirelim şuna da yumuşasın bari
GARSON: Hoş geldiniz, buyurun ne içersiniz?
METE, OĞULCAN, DOĞA: Rakı, votka, viski.
OĞULCAN: Hadi bakalım, bu nasıl ayrım ulan? İçelim işte votkamızı, öğrenci yıllarımızı anmak için toplanmamış mıydık (sırıtır)
DOĞA: Biz iyiyiz böyle Oğulcan
METE: E haklı
OĞULCAN: İyi be öyle olsun. Dedikleri gibi getiriver kardeşim
GARSON: Nasıl?
OĞULCAN: Şöyle, şu yüzüklü göbekli amcamıza rakısını veriyorsun. Yanındaki entel görünümlünün eline viskisini tutuşturuyorsun. Bu kardeşine de güzelinden bir votkalı kokteyl yapıyorsun…
GARSON: (gülerek) Anlaşıldı
METE: Sen neler yapıyorsun Oğulcan, iş güç?
OĞULCAN: Var öyle böyle projelerimiz çalışıyoruz Mete’cim. Tünelin sonunda ışık var gibi
DOĞA: Yani biz şahidiz adam işletmeden mezun oldu da daha bir şey işletebildiğini görmedik dimi Mete’cim?
METE: Şimdi Doğa’cım, biliyorsun bizim üst komşumuz Salim amcanın çok güzel bir sözü vardı Oğulcan’a bol bol söylediği, onu bir hatırlatabilir misin?
DOĞA: Tabii, derdi ki: işletmeye…
OĞULCAN: Eşeği bağlasan okur, evet evet muhteşem bir söz. Teşekkür ediyorum o moruğu aklıma getirdiğiniz için. Ben silmişim o herifi
DOĞA: Nasıl yaparsın Oğulcan çok emeği var be üstünde, her gördüğünde seni bir saat kitlerdi. İllaki bir şeyler öğrenmişsindir (kahkaha)
OĞULCAN: Tamam, eğlendiniz. Bugünkü moda bu herhalde, tek tek birine geçiriyoruz
DOĞA: Yok yahu öyle denk geldi
GARSON: Buyurun içkileriniz. Pardon ama viski kimindi?
DOĞA: Buraya
METE: Teşekkürler kardeşim. Rakı da buraya.
Bakakaldı o küçük parıltıya bir an
Konuştular süresiz, yüzük ve Oğulcan
Çektikçe bakışlarını farklı yönlere
Daha da düştü içine, ışığı yanan
Bu oturuş, bu bakışlar, bu tavır… Bu yüzükten dolayı mı? Şu taş mı filtreliyor yani üniversitedeki arkadaşımdan ziyade bir yabancıyla oturduğumu düşündüren davranışları? Geleli ne kadar oldu ama her şey bariz, bu adamdan hayır gelmez artık.
Arada araşılır, pek görüşülmez.
Kötü gün dostu ama iyi günde ses yok…
Karşımdaki manzara yetişkinliği andırıyor bana. O gençken ulaşmaya pek meraklı olduğumuz yetişkinliği.
Ortaokulun sonu,
ergenliğimizin zirvesi;
genç bir hoca uğramış sınıfımıza,
biyoloji diye bir şey anlatma iddiasıyla
Bizi bize anlatmaya başlamış, değişiyorsunuz farkında mısınız demiş. Kafalar sallanmak istenmiş, pek de sallayan çıkmamış. Hoca kasıldıkça kasılmış, biz utandıkça utanmışız. Bir süre sonra anlatım robotlaşmış, biz canlanmışız. Birbirimize kaçamak bakışlar atmaya, ilk kahkahanın kıvılcımını yakalamak istercesine çevreyi taramaya başlamışız. Bilmemişiz o güne kadarki bastırılışımızın, görmemişliğimizin travmasını hafifletme çabasını sarf ettiğimizi. Bir anda varınca farkına her şeyin, bir anda sezmek mümkün olmamış nedenini çoğu şeyin. Öğretmen de sezmiş, yardım edememiş. Yetmemiş henüz tecrübesi, belki de yıllar sonra yetermiş.
Dersin devamındaki her şey silinmiş geliyor artık. Yanımdaki yüzler de silik, öğretmenin suratı da. Üstüne üstlük üzerine yazıyorum anıların kendi yorumumla. Artık öğretmen de benim, öğrenci de. Büyük Oğulcan’dan küçük Oğulcan’a bütün ders. Yine sınıftayız ama diğerleri artık önemli değil. Sadece bana bakıyor Oğulcan öğretmen, diğerlerini umursamıyor. Dersin sonunda atıyor kitabı kalemi bir yana, masanın üstüne çıkıyor. Tamamen sessizlik hâkim olunca sınıfa gözlerimin tam içine bakıyor ve konuşmaya başlıyor:
“
Çocuklar!
Yetişkinlik diye bir şey uydurulmuş zamanında.
İnsan önce çocuk oluyor, sonra ergenliğe girip de bir eşik atlamaya başlıyor.
Bu atlayış herkeste farklı uzunluklarda gözleniyor.
Herkesin atlama biçimi de başka, atlayabildiği mesafe de…
Ve daha sonra ne zaman kişi artık yorulup da önceliklerini başka bir şeylere kaydırmak görsün, eşiği atlamayı bırakıyor.
En son ulaştığı yere inip oraya ufak bir yuva yapıyor, sonra da içine giriyor.
Kendine bir konfor alanı sağlayınca da dökülüyor ağzından sihirli kelimeler:
Ben bir yetişkinim artık!
Nereye yetiştin be adam
Nereye?
”
***
METE: (alaylı) Akademide hayat nasıl acaba? Hep merak ederim
DOĞA: Hala doktora öğrencisiysen hiç kolay değil, pek ilgi çekici de değil. Asistanlık maaşı hele hiç iç açıcı değil
METE: Yükseği atlayacaktın sen, vakit kaybı old…
OĞULCAN: Abicim iş güç dışında bir şey de konuşamadık be!
METE: E bizim işimiz var Oğulcan, ondandır
OĞULCAN: (abartılı) Aynen öyle, aynen! Yahu hep aynı yerden vurmaya çalışıyorsunuz, biraz yaratıcılık katın şu işe
DOĞA: Yok yahu, biz gayet memnun gibiyiz, değil mi abi?
METE: Kesinlikle, bir şey işe yarıyorsa değiştirmeyeceksin demişler (kıkırdar) Ama ben onu anlıyorum Doğa, o da acı çekiyor. İstiyor ki muhabbet dönsün dolaşsın da şey konuşalım…
DOĞA: ‘Karı’?
METE: ‘Kız’?
METE, DOĞA: (kahkahalar)
OĞULCAN: Allah aşkına kesin, lütfen diyorum. Doğa, koçum ne anlatacaksan anlat da beni bu gördüğüm şeyden kurtar
DOĞA: Memnuniyetle… Ne diyordum abi, heh! Hep aynı şeyler işte: Derslerden çıkıp da eve gelirdiniz ya, başlardınız küfretmeye: bu asistanları kim nereden buluyormuş, acaba özenle mi seçiyormuş, bu adamlar hocalarına bu kadar göstere göstere yalakalık yapıp sonra nasıl birbirlerinin yüzüne bakıyormuş, hepsi bu kadar geri zekâlı mıymış, geri zekâlılarsa da o pozisyonlara seçilecek ortalamaları nasıl yapmışlarmış… Gibisinden yakarışları diyorum (duraklar)
METE: Eee?
DOĞA: Hemen hemen öyle işte, yani gözünüzdeki kadar abartılı olmasa da hayalinizi tatmin eder diye düşünüyorum
OĞULCAN: (sırıtır) Sen de onlar gibi değil misin
DOĞA: Ben mi, ben en fenalarıyım! (güler)
METE: Ben buna inanırım işte. Düşünsene Oğulcan: Doğa okulunda, kampüsünde; kulağında kulaklık uzaklara dalmış bir şekilde yürüyor. Selam veren insanları görmemiş gibi yaparak yoluna devam ediyor…
OĞULCAN: Sonrasında acıkıp, yemekhaneye gidiyor. Yemeğini alıp en köşedeki masaya doğru koşar adım ilerliyor. Nice hatunlar bakınıyor, bu yakışıklı da kim diyor ama bizimkinin haberi yok!
METE: Sonra bir tanesi, o grubun en gözde kızı, cesaretini topluyor da tepsisini alıp yanına gidiyor bizim oğlanın
OĞULCAN: (sesini incelterek) “Aa merhaba, arkadaşlarım aç değilmiş de oturup yiyecek birini bulamadım. Oturabilir miyim?”
METE: Bizimki kafasını kaldırıyor. Uzun uzun bakıyor kıza…
OĞULCAN: Tıpkı aşk filmlerindeki gibi değil mi Mete?
METE: Kesinlikle öyle diyor içinden kız, kesinlikle öyle…
OĞULCAN: Ama bir sıkıntı var Mete
METE: Nedir?
OĞULCAN: Bizimki cevap veriyor. İşaret parmağını kaldırıyor ve diyor ki: “Bak, şu masa boş gözüküyor”
METE: Hadi be! Bir aşk daha hiç uğruna gitti desene. Nasıl, beğendin mi?
DOĞA: Bu ben değilim be!
METE, OĞULCAN: (kahkahalar)
OĞULCAN: Kesinlikle Doğa, sen değilsin bu. Olamazsın!
DOĞA: Oturduk dinliyoruz biz de ya
METE: Tutarlı ama kabul et
DOĞA: (defansif!) Alakası yok, gayet iyi benim çevremle ilişkilerim. Yalakalık yapmıyoruz diye asosyal ettiniz adamı. Evet ortamı biraz boğucu, çalıştığım alanı sevmesem çekilecek dert değil ama geçinip gidiyoruz işte
OĞULCAN: Heh geldik işte en güzel yere. Seviyor adam çalıştığı alanı. Neden seviyor peki Mete?
METE: (kahkahasını bastırır) Ben hiçbir şey demiyorum
OĞULCAN: Söyle Doğa, anlat şimdi iki salağa: Sen şimdi sosyolojiyi okudun tamam buraya kadar her şey güzel. Daha sonra nasıl ulaşmıştın ‘bu alana’?
DOĞA: (ters bakışlar)
OĞULCAN: Alanın adını da unuttum yahu neydi adı?
METE: Cins?
OĞULCAN: Cinsel?
DOĞA: (ciddi) ‘Victoria Devrinde Cinsellik’
OĞULCAN: (ciddi değil) Heh, işte bu be! Sevilmez mi böyle alan?
METE: Doğa hatırlıyorsundur, bu Oğulcan aynı evde kalırken de internette sözlüklerdeki seks hikayelerine bayılırdı. Kendi okur okur, sonra gelip ‘neler neler’ diyerek bir de bize anlatırdı.
DOĞA: O da yetmez, bir de açıp bize yeniden sesli okurdu
METE: Ya işte ondan diyorum, acaba bu çocuğu da işletmeden sosyolojiye falan itelesek adam olur muydu acaba? (kahkaha)
OĞULCAN: (alaylı) Olurdu ulan tabii. İşletmeden çıkınca da oldu ama oradan da olurdu illaki. Bu adam da aynı işi yapmıyor mu şimdi üniversitede? Yemekhanede kızı diğer masaya yolluyor, sonra odasına dönüp de benim hikayelerden hallice kitapların arasına gömülüyor. Vah Doğa senin haline…
DOĞA: Hiç sıkıntı yok halimde merak etme sen. Gömülüyorum gömülüyorum da fakültedeki arkadaşlara normal geliyor. Bu alaylar henüz bizim kampüse ulaşmadı, keyfimiz yerinde yani…
OĞULCAN: Bak yahu nasıl da savunmaya geçti Mete?
METE: Biraz önce şakşakçı diyordu adamlara, şimdi dava arkadaşı oldular. Biz tabii anlamayız bu akademiyi arkadaş
Derince bir nefes aldı durdu Doğa
Elini hafifçe kaydırdı soldan sağa
Kanı öyle dolaştı durdu ki içinde
Dışarıdan bakan sanardı bir boğa
Artık geleceğim bu mu arkadaşlarımla?
Arada sırada rastlayıp da zamanında yaşadığımız anılara (genelde mutlu olanlar) takılı kalmak; birbirimizi daima o pencereden görmek, yorumlamak, yargılamak…
Bu sadece bana mı yanlış geliyor?
4 sene içinde kaç kez gördük birbirimizi?
Sadece şu küçük örnek üzerinden duyduğum söylem bile saptamaya yeter.
Şaka olduğu bariz olan ama her şaka gibi içinde gerçek de bulunduran bir şaka.
Hatta bu örnek, şaka içinde biraz da olsa şaka barındıranlardan gibi
Ben onlar için 4 yıl önce neysem oyum.
Yoksa o iyi ki diyerek andığımız anılar üçümüz için kurtulamayacağımız bir zincir, bir at gözlüğü mü? Anılar üzerinden birbirimizin varlığını kaybetmemeye çalışırken biz mi sınırlıyoruz karşımızdakinin gerçekliğini?
Neden beni o zamanki halimden farklı bir şekilde göremiyorlar, bu çok zor bir şey mi?
Cevap veriyorum: sanırım öyle.
Zamanı tek eksen bellediğimiz yolculukta kendi şekillenişimiz o kadar travmatik ki, geriyi kontrol etmeyi bir daha göze alamıyoruz. İleri gitmemizin tek yolu arkamızı sağlama almak
Benim o anılardaki gibi kalmam bir görüş kaybı değil. Tercih meselesi
Sen bizim için arkada kaldın Doğa.
Haliyle değişme gibi bir lüksün de yok
***
METE: Abi hayır, siz ikiniz bana geldiniz eminim ya
OĞULCAN: Tamam bak orada anlaştık zaten, benim anlattığım Doğa’yla buluşmamız. Bu bir gün geldi yanıma, selam verip bir şeyler mırıldanmaya başladı. Ne diyorsun falan diye çıkıştım. Ulan diyorum içimden, nasıl birine çattık yine! Ev arkadaşı arayan sen miydin diyor (kahkaha)
DOĞA: Tamam tamam, şimdi hatırladım ya
METE: Bana böyle bir şey yapsan şu an burada birlikte değildik, o kadar söyleyeyim. Ben hiçbir zaman anlayamamışımdır, sen niye ev arkadaşı arıyordun ki?
OĞULCAN: Peder yurda göndermişti zorla da bunalmıştım, hazırlıktan bir elemanla anlaşmıştık seneye çıkarız eve diye, sattı. Orospu çocuğu… hatırlayınca sinirlendim bak yine. Sonra bu ilan işlerine kaldık işte
DOĞA: Neyse ilginç milginç girdik ama hallettik sonuçta, sen asıl Mete’nin triplerini hatırlıyor musun? (kahkaha)
OĞULCAN: (abartılı) ‘Yalnız ben mühendislik okuyorum, derslerim zordur. O yüzden çok makara yapmam, oturur ders çalışırım, sessiz de ortam isterim he!’
DOĞA: Peki bir ay sonra ne hale geldi bu eleman?
OĞULCAN: Bilmem, sorsak ya kendisine
METE: Haklısın Doğa, haklısın Oğulcan. Evet biz de cıvıttık, biz de kudurduk. Vurun yüzüme vurun iyi geliyor
GARSON: Buyurun, içkileriniz
METE, OĞULCAN, DOĞA: Eyvallah, adamsın, teşekkürler.
DOĞA: Asıl şu muhteşem organizasyonumuzu hatırladım geçen
OĞULCAN: Hangisi
DOĞA: Hemen hatırlayacaksın şimdi: evde ilk senemiz, ilk final dönemimizin sonu (kıkırdar)
OĞULCAN: Hay… (eliyle yüzünü kapar) Organizasyon diyor bir de, olay o zaten canım kardeşim:Organizasyon falan yoktu orada, senin yüzünden oldu o ‘organizasyon’
METE: Haa, şeyi mi diyorsunuz ya, şu herkesin benim de bir arkadaşım gelecekti tribine girdiği (kahkaha)
OĞULCAN: Aynen ondan bahsediyor, of. Zaten bizim neyimize ev toplaşması yapmak, hadi heves etmişiz tamam. Demişiz ki finaller bitsin de biraz eğlenelim, ev de yeni tabii oradan da bir heves var. Ee evde eğlenelim?
METE: Çok adam çağırmadık orada aslında, ben bölümümden bir iki çocuk çağırmıştım
OĞULCAN: Hepimiz öyle yaptık abi, ama bilmediğimiz şey çağırdığımız adamların da arkadaş çağırıp bunu Doğa’ya onaylatmalarıydı
DOĞA: (kahkaha)
OĞULCAN: Geri zekâlı, hayır demeyi bilmiyor. Göt kadar evde 20 kişi parti mi yapar lan?
DOĞA: (kahkaha) Sen orda çocuklardan birini ‘ben seni tanımıyorum’ diye kovdun ya
METE: (sert kahkaha) Harbi ya!
OĞULCAN: Ulan birinin yapması gerekiyordu, hepsi başımıza kalacaktı yoksa
METE: İyi de millet zaten uyanmamıştı o duruma
DOĞA: Yok abi, o saate kadar hepsi mal gibi olmuştu zaten içmekten
OĞULCAN: Evet bak orada haklarını teslim edeceğim, eli boş gelmemişti kimse
DOĞA: Aynen öyle, herkese yetti alkol
OĞULCAN: Daha ucuzdu be o zaman
METE: (öne eğilerek) Neydi?
OĞULCAN: (daha yüksekten) Ucuz ucuz!
DOĞA: Tamam yahu, şimdi çözdüm: Senin o çocuğu kovman bitirmedi zaten geceyi
METE: (kahkaha) Doğru doğru! En sevdiğin komşun bitirdi
OĞULCAN: (öne eğilerek) Kim?
METE: (daha yüksekten) Salim amcan Salim!
OĞULCAN: Hayyy…
DOĞA: Yahu ben anlıyorum, ne yapsın ki adam? Gelmiş kaç yaşına… (spiker edası) Üç tane ergenin bir evin içini bir sürü ergenle doldurarak aynı evi milletin başına yıkmaya yönelik hareketlerine seyirci mi kalsın?
METE: Ben hiç çekemezdim harbi, fazla bile dayanmış
OĞULCAN: (gürültünün içinde gittikçe kaybolan bir öfkeyle) Aman empatinize be!
Mete kaldırdı başı yukarı baktı
Koca hoparlörü görünce pek şaştı
Kulağına edince sesler tam hücum
Bu problemi hemen kafasına taktı
Bu tür barlarda, kafelerde neden bu kadar gürültülü müzik çalıyorlar
Eğer birbirimizi duyarsak sıkılırız diye mi?
Bizim konuşmamızı mı istemiyorlar
Eğer konuşursak sıkılırız da kalkar gideriz mi diyorlar?
Aslında birbirimizle vakit geçirmek istemediğimizi anlar da bir daha buralara uğramayız diye mi acaba bu çaba?
Ya biz?
Biz niye buradayız
Yoksa biz mi bu tür mekanlara gelerek
Dostumuzu görüyor gibi yapma peşindeyiz
Birbirimizi duymak istemesek ne güzel olurdu bu kalabalık ortamlar
İşte karşımda dostlar
Ama benim duyduğum şey sadece kendim
‘Gibi yapmaların’ son versiyonu mu bu alışkanlığımız:
Görüşmek gibi yapmak
Dinliyor gibi yapmak
Birlikte gibi yapmak
Anlaşıldı
Bu mekanlar bizim en büyük dostumuz
İçinde birlikte olduklarımızdansa
Sonuçta ne istediğimizi bu kadar iyi bilip
Bu kadar gönüllü bir şekilde bize sağlayabilen kimi tanıyoruz ki
Onlarla birlikte olalım
Tan’cım yazdıklarım gayet akıcı. Okurken büyük bir zevkle okudum. Dikkatimi çeken bir konu şu oldu, Garson ikinci defa içkileri getirmesi yenilemesinden dolayı mı? Orada arkadaşlar bir adet daha istemediler çünkü. Aklıma sadece orası takıldı.
YanıtlaSilTan’cım yazdıklarım gayet akıcı. Okurken büyük bir zevkle okudum. Dikkatimi çeken bir konu şu oldu, Garson ikinci defa içkileri getirmesi yenilemesinden dolayı mı? Orada arkadaşlar bir adet daha istemediler çünkü. Aklıma sadece orası takıldı.
YanıtlaSilTan’cım yazdıklarım gayet akıcı. Okurken büyük bir zevkle okudum. Dikkatimi çeken bir konu şu oldu, Garson ikinci defa içkileri getirmesi yenilemesinden dolayı mı? Orada arkadaşlar bir adet daha istemediler çünkü. Aklıma sadece orası takıldı.
YanıtlaSil