Aşka Dair - - - (Biraz Daha Düğüm)
Bölüm 3
OĞULCAN: Hadi be Doğa, uzatmadan anlat bir şeyi de be!
METE: Değil mi ya, çenesine vurmuş bunun akademi. Düz söyleyemiyor hiçbir şeyi
OĞULCAN: Yok yok, hep vardı o
DOĞA: Zor biraz anlatması, kelime seçmeye çalışıyorum ama madem öyle dediniz. Bakalım…
OĞULCAN: (elleri havaya kaldırarak) Oh be geliyor!
DOĞA: Şimdi içinde bulunduğum durumu terimlere kurban etmek istemiyorum çünkü tam olarak onları kullanarak tanımlayabileceğimden emin olmadığım bir durum bu
METE: Biz de büyük ihtimal anlamazdık zaten, iyi tercih
DOĞA: O yüzden aslında Mete gibi deneyimlerim üzerinden anlatsam ve örnekler versem daha iyi olacak gibi
OĞULCAN: (göz devirir) İyi ki geliyor dedik…
DOĞA: (umursamaz) Yabancılaşmak bu duruma en yaklaşabilen tanım olurdu ama o bile tam açıklamaktan uzak kalıyor. Günlük yaşam içinde, sosyal ilişkilerimde garip şeyler yaşamaya başladım. İlk başta monotonluk, sıkılmışlık, boşvermişlik gibi gelen ama daha derin bir mana aradığım fakat henüz bir cevaba ulaşamadığım bir şey
METE: Evet sanırım örneklere girmeye başlasak iyi olacak Doğa’cım
DOĞA: Öyle olsun. Mesela, hemen düşünüyorum… Bir eğitime katıldım iki ay önce. Birkaç seanstı, çok da fazla kişi yoktu içinde. Kısa sürede tanışıp kaynaştık, ders çıkışlarında vakit geçirir bile olduk. Eğitim bittikten sonra pek de görüşülmedi ama
OĞULCAN: Eee
DOĞA: İçlerinde Sena adında bir kız vardı. Sarışın, eli yüzü düzgün, gayet de kafa bir tipti
OĞULCAN: Eeeee…
DOĞA: Yakın zamanda başka bir eğitime gittim aynı kurumda. Yine benzer bir ortam vardı. Hatta ve hatta bir sarışın kız daha vardı, Eda
OĞULCAN: Beğendim bu gidişatı
METE: Lan bir sus!
DOĞA: Neyse, bir gün ders içinde bir şey takıldı kafama. Ben de hep aynı yerde oturuyorum bu arada. İlk eğitimimde bir yeri bellemişim, ikincide de orayı hiç kaptırmadım
OĞULCAN: Amfilerde de öyle yapardın sen
DOĞA: Aynen işte, ama inanır mısın Eda da önceki eğitimde Sena’nın oturduğu yerde oturuyor. Bir derste bir şey takıldı kafama, bir anda çevirdim başımı o gün. ‘Sena’ diye seslendim. Kız bir döndü sesten, ufak bir şaşırdı. Güzel güzel gülümsedi sonra. Ben de karşılık verdim tabii refleks olarak. Hani şu ‘ne salağım yahu’ gülümsemelerinden yaptım. Yaptım ama kafam orada değildi artık, uçtum gittim bir yerlere
METE: Neden?
DOĞA: O an bunun basit bir dil sürçmesi olmadığını hissettim. Basit bir isim karıştırması falan da değildi. Sanki Eda o an benim için sadece ‘birlikte eğitim aldığım sarışın kız’dı. Fazlası değil. Bu da Sena oluyordu işte
OĞULCAN: Bir dakika bir dakika
DOĞA: Ne oldu
OĞULCAN: Sen şimdi iki saattir bunu mu anlatmaya çalışıyorsun yani bize
DOĞA: Neyi
OĞULCAN: Yani hayatındaki iki tane sarışını karıştırmışsın. Yanlış isimle hitap etmişsin (Mete’ye döner) E Mete oğlum, bu ‘yabancılaşma’ dediği bende hayatım boyunca varmış
METE: (kahkaha) Allah seni ne yapsın (Doğa’ya döner, kendini toplar) Aldırma sen aldırma, devam et bakalım neymiş bu olayı daha karmaşık yapan şey
DOĞA: Yani diyorum ki bu ‘birlikte eğitim aldığım sarışın kız’ eşlemesi o kadar güçlüydü ki aslında sebep olduğu dil sürçmesi sadece basit bir sonucuydu. Ama beni uyandırmaya yetti. Anladım ki o an yardım istemek için kafamı çevirdiğimde hayalimdeki kişi Sena’dan başkası değildi. Oradaki kıza seslenmek için ismini aradığımda beynimdeki yolculuğu düşün Mete. Sanki Sena ve Eda aynı noktadaydı orada. Belki iki ismi olan tek bir kişi
METE: Anladım. Oradan nereye vardın peki
DOĞA: Sarsıldım aslında. Ne yapıyorum ben dedim. Daha sonra ben mi yaptım ki dedim. Önce onu saptamalıydım. Çıkışta onlarla yemek yemeye gitmedim, kızın yüzüne bakamadım bile. Gece mesaj attı iyi miyim diye, adam gibi bir şey yazamadım. Daha çok utandım. Utandıkça iletişim kuramadım. Kim bilir neler düşünüyordur hakkımda
OĞULCAN: İyi ki eğitim bitti de şu manyaktan kurtuldum diyordur ne diyecek. Demişken… var mı numarası falan sende hala? (sırıtır)
DOĞA: Geber be!
OĞULCAN: (kahkaha) Şaka yapıyoruz be oğlum, keyfini yerine getirmeye çalışıyoruz burada. Bir anlattın şunu yüzün soldu hemen
DOĞA: Kötü ama. Orada da bitmedi ki düşündüm de düşündüm sonra
METE: Sonuca vardın mı bari
DOĞA: Bugüne kadar hayır, bugün de aranızdayım işte. Nasıl görünüyorum?
OĞULCAN: Muhteşem! Sana düşünmek çok yakışıyor Romeo
METE: Hani Romeo bendim ulan
OĞULCAN: (sırıtır) Herkes Romeo olabilir, ben bile (Doğa’ya döner) Lan… sen de topla kendini. Saçmala oğlum, kendine de yüklenme böyle şeyler yüzünden. Şuraya bak, nasıl gitti keyfin! Bak şimdi. Bir dil sürçmesi bazen sadece dil sürçmesidir. Kendini böyle suçlaman gereksiz yani, yararı da yok kimseye. Hem bak ne diyeceğim, bak dalga falan geçiyoruz akademiktir enteldir falan diye ama saygı da duyuyoruz bu konularda sana bu bir. Tamam bilgilisin; bizim her gün yaptığımız hareketleri hiç duymadığımız terimler kullanarak, psikolojik analiz yaparak, onu bunu okuyarak ederek yorumlarsın, haklı da çıkarsın. Bunlarda hiç sıkıntı yok.
DOĞA: Nerede o zaman sıkıntı
OĞULCAN: Oraya geleceğim işte. Bunlardan sonra bir yanılgıya düşmemen lazım, yoksa çok üzülürsün. Her zaman Oğulcan abin de olmaz yanında moralini düzeltecek (sırıtır) O yanılgı da şu: insanı, kendini, hayatı ne kadar tanırsan tanı… Bu senin doğru kararlar vereceğin, kitaplardaki gibi her zaman doğru hayatın peşinden gideceğin anlamına gelmez. Hatta diyeceğim ki, daha çok bilen daha çok bile yanılabilir. Sakın kendine böyle bir sorumluluk yükleme. Bunları bilmek, konuşmak senin mesleğin olabilir, buradan para da kazanabilirsin. Ama kendi hayatın bambaşka bir şey, böyle bir yükümlülüğün de yok yani, olmamalı da. Kendine yazık edersin
METE: Oğulcan iki saattir bizle dalga geçe geçe içinden bunları düşünüyormuş, helal olsun…
OĞULCAN: (Mete’yle kadeh tokuşturur)
DOĞA: Ama yine de bu yaptığımdan kötü hissetmem normal değil mi? Bize yapıldığında kendimizden geçtiğimiz, insanları kategorilemenin en basit örneği bu. Bunu tüm dış dünyama yapıyorum gibi hissettim. Ve düşününce bu beni kötü bir sona sürüklüyor aslında. Dış dünyanın gözümde tamamen etiketlere ayrılarak yerleştirildiği, benim de aralarında gezdiğim ama asla onlarla olamadığım bir gelecek. Koca bir insanlık içinde yapayalnız bir insan
OĞULCAN: Ben olaya yine aynı bakıyorum, sen de dene. Faydasını göreceksin bak samimi diyorum
DOĞA: Sen ne diyorsun Mete
METE: Ben mi… Ben diyorum ki: senin sağlam bir dayağa ihtiyacın var
OĞULCAN: (kahkaha)
METE: Ya da birinin sert bir konuşması lazım yani, ben hala dostun olduğumdan ikinciyi tercih edeceğim gibi duruyor
DOĞA: İyi tamam, gönder patron (gözlerini diker)
METE: Ya Doğa, nasıl diyeyim ki? Gözünü aç, bir silkin niteliğinde sözler olacak bunlar aslında. Bizim bunları sana söylemiyor olmamız gerekiyor bile ama madem konu açıldı… Bu konuda önce bir dönüp de kendine bakman lazım. Sonra bir de çevrene… Bunları yapmadan ‘toplum içinde yalnızlaşma’ temalı tiratlar atıp kendini kahretmen mantıklı gelmiyor.
DOĞA: Nasıl bakmam gerekiyor
METE: Tamam, daha da açık olayım. Doğa; sen hala din uğruna garip garip şeyler yapılan bir coğrafyada Allah’a inanmayan, bilginin değer etmediği bir ekonomide akademi temsilcisi bir insansın. Allah aşkına Doğa, sevişmekle alakalı herhangi bir şeyin hala tabu olduğu bir ülkede sen cinsellik üzerine tez yazmaya uğraşıyorsun.
DOĞA: Ev… evet.
METE: Hala burada senle oturduğuma göre bu özelliklerini yargılamayan bir insan olarak söylüyorum bunları. Ama biraz düşün be abicim. Senin şu an derdin ciddi ciddi toplum içinde yalnızlaşmak ha? Sence de bazı şeyler için zaten çok geç değil mi? Sen zaten bu düzen içinde varoluşunla bile yalnızlaşmaya mahkumsun be oğlum
OĞULCAN: (Mete’ye)
METE: (Oğulcan’a)
DOĞA: (masaya)
…
…
…
DOĞA: Sert oldu, ama teşekkür ederim. Cidden (kadeh uzatır)
METE: (tokuşturur)
OĞULCAN: Bunun için burada değil miyiz
***
- Bunun için burada değil miyiz
- Yoo, ben salaklar gibi şarap içip içip sızarız sanmıştım
Onur yattığı yerden gülümsüyor, Doğa kanepede pozisyonunu değiştirip kitabına eğiliyor yine.
- Onu da yaparız, Gizem’e söyledim gelmeden bakkala uğrayıp alacak
- İşte tanıdığım Onur, işte aradığımız ruh
Onur bir süre inceliyor onu, sonra çalan müziğe kaptırıyor kendini gözleri kapalı. Sonra aklına bir şey geliyor da doğruluyor.
- Sen onu nasıl okuyorsun ki bu seste?
- Ses çok yüksek sayılmaz ya, daha fena yerlerde okumaya alıştım ne yazık ki. Müzik zevkin güzel bir de, hafif. Bir saniye, hatta sadece hafif de değil. Melankolik müzikler bunlar
- Tam Dostoyevski okumalık diyorsun
- Aynen öyle, sanki dostum bilerek hazırlamış gibi
Göz kırpıyor Doğa. Onur yatmaya devam ediyor. Sıkılıyor, çok sıkılıyor. Kalkıp bilgisayarın başına geçiyor biraz, oyalanıyor.
- Bu arada birkaç gün kalın istiyorsanız, teyzem cumadan önce dönmem dedi. Onların kâğıt işlerini çok süründürüyorlar
- Bakarız ya, Gizem de gelsin, konuşulur
Dostoyevski içine işliyor Doğa’nın. Beni, daha hiç tanışmadan ne kadar iyi anlatmış diye soruyor kafasının içinde. Sonra bu kadar klişe cümleler kurduğu için özür diliyor kendinden, çaresiz.
- Şu Arzu Hoca var ya
- He
- Şu ana kadar dersinden bir gıdım anlamadım ya
- Daha var onun sınavına. Çalışırız, dert değil
- Canberk vardı ya, şu geçen sene hazırlıkta bir ara takıldığımız
- Evet
- Onla konuştum geçen de, bırakmış adam dersi direkt. Hayattan soğuttu diyor
- Vay salak, kaç hafta oldu zaten dönem başlayalı. Bir de birinci sınıftan böyle sızlanacaksa
- Ben de öyle dedim de…
Zil çalıyor. Doğa çok ufak kıpırdıyor. Sonra duruluyor, Onur açmalı diye düşünüyor. Öyle de oluyor. Doğa hala aynı pozisyonda uzanırken kapıdan Gizem giriyor.
Uzun ince vücudunu görüyor Doğa, sadece yeteri kadar diş gösteren gülümsemesiyle keyifleniyor, odaya dolmaya başlayan kokusuyla rüya görmeye başlıyor, her zaman içine işleyen bakışlarıyla ayılıyor
- Nabersin?
Görüyorsun işte Gizem, nasıl olayım. Kapıdan içeri giriyorsun, ben kılımı bile kıpırdatamıyorum. Öylece bakakalıyorum senin benliğine. Aşırı bir şey yapmamak için hiçbir şey yapmamayı tercih ediyorum seninle alakalı her konuda, eylemsizliğe mahkûm oluyorum. Ama zamanla geliştiriyor beni bu tutum. İki lafımız arasında seninle hiç konuşmadığım kadar konuşabiliyorum gözlerinin içiyle. Yeterli gelince de fiziksel dünyaya dönüyorum, kısa cevaplarla geçiştiriyorum seni. İdareli tüketiyorum, değerini öyle biliyorum.
- Aynı, ikimiz de bıraktığın noktadayız
- Harika o zaman!
Gizem’in getirdiği malzemelerle ilgileniliyor. Aldığı peynirler, zeytinler beğeniliyor. Bonkörlüğüne övgüler düzülüyor. ‘Kendimize saygımız var’ diyen peynir tabakları hazırlanıyor. Zeytinler servis ediliyor. Şarap kadehleri doluyor, özenle yerleştiriliyor. Manzaraya bakılıp göz doyuruluyor.
Hava kararıyor. Onur perdeleri çekiyor, Doğa masa ve çevresi aydınlanana kadar mum yakıyor, Gizem elinde yanan bir tütsüyle geliyor.
Daha sonraları ‘iyi ki’ diyecekleri bir akşamın içinde süzülüyorlar…
- Bu birlikte eve çıkma ışını becerebilseydik nasıl olurdu gibi bir prova oldu. Ha?
- Tabii Onur tabii. İnan her akşam böyle olurdu
- Boz hemen boz, tabii
- Teyzem birkaç gün yok demedin mi sen? Kalalım birkaç gün, biraz daha iyi anlarsın nasıl olacağını
- Bak bu iyi fikir Doğa, kaçıncı saatte bizi kapı dışarı eder diye merak ettim ben de
Gülüşüyorlar. Onur atılıyor
- Bu arkadaşınıza ayıp ettiniz. Aranızda en çok ben istedim sizle birlikte yaşamayı, tabii babamın iflas edeceğini hesap edemedim. Teyze evi yolcusu olduk
- Merak etme be, düzelir yakında. Hem iyi işte bak gayet güzelmiş burası da. Düzenini de kurmuşsun. Düzenli de şehir dışına çıkıp geliyor diyorsun, daha ne. Damlarız işte böyle ara ara. Biz de başımız açık kalmadık sonuçta değil mi Gizem?
- Aynen öyle. Zaten Onur’un yüzünü görmekten sıkıldım denebilir. Çocukluktan beridir çevremde. Şehir değiştirdim yine kurtulamadım. Hem, benim şu kızlarla yaşamam iyi bile oldu aslında. En azından aynı bölümdeyiz. Hem ders notlarım evimde hazır oluyor hem de sizin bir gün Weber, öteki gün Mills, öteki gün yine Weber konuşmanızı da dinlememiş oluyorum
Onur atılıyor. “Hayatın çıkar üzerine kızım”. Gizem gülerek onu itiyor. Doğa düşen kadehi havada yakalıyor. “Adam hala ayık”. Kadeh tekrar masaya koyuluyor. “Doldur bakalım meyhaneci”. Kadeh dolduruluyor. “Kendine de koy ama”. Şişenin dibi görünüyor. “Bak diğeri şurada olacaktı”. Yeni şişe açılıyor. “Haydi şerefe”. Havada buluşuyorlar. Eller havada, kafalar çok daha başka yerde. Kadehleri yönlendiriyor artık onları. Her bireye bir kadeh. Kadehlerin temsiliyeti sistemi. En dolu kadeh kaybeder.
Yerdeler, önce sandalye sonra kanepe fazla rahat geldiğinden yere geçiyorlar. Doğa bir kanepeye sırtını vermiş oturuyor. Gizem yanında, artık dik duramıyor. Omzunda uyukluyor Doğa’nın. Onur birden kıpırdanıyor.
- Aha! Bu şarkıya bayılıyorum. Daha yeni çıktı, hemen indirdim.
- Neymiş o
- Hiç dinlemedin mi? Blackfield. ‘My gift of silence’
Kalkıp hoparlörün yanına gidiyor. Zevkini çıkara çıkara döndürüyor yuvarlağı. Sesin ‘hacmi’ artıyor. Doğa’nın her yanı müzik oluyor. Yerden, kanepeden ayrılıyor tüm bedeni. O ve Gizem, müziğin çerçevelediği bir boşlukta salınıyorlar artık.
__________________________________________
If I compiled all my crimes and my lies into amnesty
Would you come back to me?
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Gizem bana döner miydi?
Hiç gelmedi ki
Hayır yanılıyorsun
Sen demedin mi her konuştuğunda
Benimle oluyor, bir oluyoruz
Sahici konuşuyoruz diye
O zaman senleydi
Sadece geri dönmesini beklemek kaldı
__________________________________________________
The smile on my lips is a sign that I don't hear you leaving me
And I don't hear my own soul scream
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Duyuyorum ne yazık ki
Duymamak da istemezdim
Duyarsızlaşmak en değerlime
Asıl istediğim hiç bağırmasın
Bitsin bu haykırış
__________________________________________
I'll read your lips, watch your scarf play at your hips
And I know it's true
But I don't hear him call to you
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Ben adam olmadıkça bitmez zaten
Haykır dur
Sessizliği lütuf görenler gemisinden Doğa ben
Kaptanıma yönlendiriyorum sizi
O gerekli açıklamayı yapacak
__________________
Don't blame yourself
Don't change yourself
~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Tabii
Sanki çok mümkünmüş gibi
Şarkı sonlanıyor. Liste bitmiş. Sessizliğe bürünüyor ortalık. O an Doğa’ya bir şeyler oluyor. Bozulan ritme isyan ediyor sanki, kulakları şaşkın. Oynuyor yerinden. Gizem kafasını kaldırıyor. Uyku haliyle etrafa bakınıyor. Bakınması yanı başında, bir çift göze ulaştığında sonlanıyor.
Bakışıyoruz. Birbirimize bakıyoruz. Birbirimizin içini görüyoruz sanki. Ben alışkanlıktan konuşmaya başlıyorum yine onla. Yine beraberiz. Gözlerindeyim. Onunlayım tamamen. Şarkı boyunca ne düşündüysem hatırlayıp onun düşündükleriyle karşılaştırıyorum. Pek memnun kalmıyorum. Memnun kalacağım şeylerin arayışına düşerken bir şey fark ediyorum. O da burada. Sadece bakmıyor bana. O da benimle. Benim yaptığım şeyi bir adım arkamdan izliyor. Bu olamaz. Olmamalı. O anda kalmalı, ben andan çıkmalı. O da andan çıkarsa her şey mahvolur. Ama orada işte. Yanı başımda artık. Hatta bunla da kalmıyor artık. Kendini koyuyor ortaya. Ben buradayım diyor. Hayır. Hayır. O an konuşuyoruz işte. Gerçekten konuşuyoruz gözlerimizde.
Biliyor.
“Ben bir yüzümü yıkayayım”. Doğa kalkıyor hızla. Doğru tuvalete gidiyor. Ayna karşısında saçma hesaplaşmalara girse de kapıyor kulağını, düşündüğü sürede geri dönüyor. Kanepeye oturuyor bu sefer. Onur’la göz göze geliyor. Yüz ifadesiyle karşılaşıyor. ‘Ben anlarım’ yüz ifadesi. ‘Dert etme’ yüz ifadesi. Canım Onur. Canım Onur müdahale ediyor garip sessizliğe…
- Eee Doğa, sen alıştın mı sizinkilere?
- Ha… Evet evet, birkaç hafta oldu daha ama kaynaştık ya. Oğulcan zaten cana yakın çocuk. Onunla hemen yakın olduk. Mete başta biraz kasıntı gibiydi ama o da yavaş yavaş açılıyor gibi. İyi biri o da
- İyi bari sevindim
Doğa sezdirmeden Gizem’i kontrol etmek istiyor. Gözleri tam olarak ortada buluştuğunda hatırlıyor ancak bu işlerde başarısız olduğunu. Neyse ki ilk adımı Gizem atıyor.
- Şahin miydi senin Oğulcan’ın soyadı?
- Evet. Ne oldu
- Hiç. Duymuştum bölümden bir arkadaştan da
- Anladım
Onur’la göz göze geliş. Bir iki saniye bekleme…
- Tanıştırayım sizi de ya, iyi çocuklar harbiden
- İyi olur ya evet
- Hem onlar da sizi soruyordu bugün, bu çocuk çıkıp çıkıp kime gidiyor diye
- Vay be, işe baksana sahiplenmişler seni hemen
Samimi kahkahalar, akan şaraplar. Geçen saatler, özlenecek keyifler…
***
METE: Bak bak, geliyor seninki
DOĞA: Keyfi de yerine gelmiş (sırıtır)
OĞULCAN: (oturur)
DOĞA: Hayırdır Oğulcan? Önceki sefer selamını alamamış mı arkadaşın
METE: Evet yahu niye bir daha kalkıp gittin aceleyle?
OĞULCAN: Of be, of valla (elini kaldırır) Garson kardeşim, şu içkileri yenileyebilir misin? Benim ihtiyacım olacak gibi de
Garson: Tabii (kadehleri alır)
METE: Bira?
DOĞA: Yapma işte bunu…
OĞULCAN: Olur ulan! 3 bira olsun bizim
Garson: Getiriyorum
DOĞA: Kahretsin ya…
METE: Anlat bakalım Oğulcan
OĞULCAN: Anlatayım. Bizim Rıdvan’la bir iş peşindeyiz. Çok iyi olacak. Bak yazın kenara, birkaç seneye beni pek bulamayabilirsiniz
DOĞA: O çocukla iş yapılmaz
METE: Keşke katılamasam…
OĞULCAN: Bir susun be! Anca boklayın insanları siz. Rıdvan iyi çocuktur. Kafası da zehir gibi. Göreceksiniz bak
DOĞA: Gerek yok ki görmemize. Daha önce üç kere falan görmedik mi aynı senaryoyu Mete (güler)
METE: Ne yazık ki evet
OĞULCAN: Çok biliyorsunuz siz. Biriniz maaşlı çalışıyor diğeriniz üniversitede. Oradan ahkam kesmek kolay lan tabi! Ticaret çok başka bir şey, öyle düşündüğünüz gibi işlemiyor
METE: Tamam Oğulcan, tamam. Senin dediğin gibi olsun. Ne işiymiş peki bu
OĞULCAN: Onu söylemem işte. Bazı şeyler gizli kalsın. Görürsünüz
DOĞA: Hayda… Onu niye öğrenemiyoruz ya?
OĞULCAN: Öyle
METE: Baban ne diyor
OĞULCAN: Konuşmuyorum ki
METE: Hala mı be?
OĞULCAN: Yok abi ne konuşacağım, o orada ben burada işte. Burada evimi aldı mı? Aldı. Başta bir hayat kurmama yardımcı oldu mu? Oldu. Sağ olsun. Ben idare ediyorum bundan sonrasında. ‘Eyvallahlaştık’ zaten en son bu yardımlarından sonra. Ben yoluma, o yoluna
METE: Anladım…
OĞULCAN: Bu da artık böyle gider, uzatmaya gerek yok
***
- Bu da artık böyle gider, uzatmaya gerek yok
Sinirleniyor Oğulcan. Telefonun öteki tarafındakine nefret saçıyor. Karşı taraf alttan almaya çalıştıkça öfkesi daha da artıyor. Coşuyor da coşuyor.
- Tamam kapat artık, eve geldim. Tarık amcama da söyledim. Onla haberleşirim artık. Arayıp durma boşu boşuna. Hani babasın ya!
Kapatıyor telefonu hınçla. Bir soluklanıyor. Kalan son merdivenleri de çıkıyor. Eli anahtarına gidiyor, kapıyı açıyor. Odasına ilerlerken sağ taraftan sesler duyuyor. Mete’yle Selen’in odası. Selen gülüyormuş diyor. Odasına devam ediyor. Ama sonra… Diğer ses. Bu ses… Onur.
Yaklaşıyor kapılarına. Sessizce dinliyor. Bu samimi muhabbete dahil oluyor bir süreliğine. Muhabbet biraz daha samimileşiyor… fazla samimi hale geliyor… gereğinden fazla samimi hale geliyor… sonlanıyor kelimeler… kıkırdamalar… minik öpücükler… büyük öpüşmeler… hareket eden bedenler… hızlanan nefesler… inlemeler… İNLEMELER.
Taş kesiyor Oğulcan. Kıpkırmızı oluyor. Titriyor. Hem hareket edemiyor hem nasıl hareket edemediğine şaşıyor. Ateş basıyor. Bağırmak istiyor.
Ses çıkarmadan derin nefesler almaya çalışıyor. Başarıyor. Nefesler derinleştikçe adımları geri gidiyor. Filmi geriye sarma edasıyla kapıya uzanıyor. Çıkıyor dışarı.
Sokağın başında pusu kuruyor, avını bekliyor. Sakin artık kaplan. Zamanını bekliyor. Bir süre sonra av çıkıyor dışarı. Habersiz adımlıyor sokakları. Kaplan yavaş yavaş ardında. Hesaplıyor hareketlerini. Doğru yer şu sokağın başı olmalı. Caddeye çıkmadan önceki son durak. Hızlanıyor kaplan, av hala habersiz. Mutlu mutlu yürüyor. Tam ayarlandığı gibi kafesine ulaşıyor. Kaplan askıya alıyor sakinliği, tuttuğu her şeyi boşaltırcasına hücum ediyor. Tosluyor.
Onur yere düşüyor, neye uğradığını anlayamadan ayağa kalkmaya çalışıyor. “Orospu çocuğu”. Bir darbe daha iniyor, kendini yine yerde buluyor. “Mete’ye ha”. Tekme geliyor, bükülüyor. Yumruk iniyor, nefes alamıyor. “Benim evimde ha”. Görmeye çalışıyor sadece. Nereden geliyor bu ceza? Göremiyor. Kalkmaya da çalışmıyor. Kafasını koruyor sadece. Biraz sonra fırtına diniyor. Fail yoruluyor. İşte o zaman görüyor onu. O an anlıyor. Gülümsemeden edemiyor. O durumda ne kadar gülünebilirse artık.
Oğulcan nefesini topluyor, duvara dayanıyor. Dönüp bakınca ona dikili gözleri görüyor. Rahatsız oluyor. Anlam veremiyor bu ifadeye.
- Bravo Oğulcan. Bravo. Biliyordum bu işlerde deneyimin olduğunu ama tatmak bir farklı tabii. Temiz dövdün ne diyeyim
- Orospu çocuğu. Sen iste yeter ki, devamı gelir
- Sanmıyorum geleceğini, içinde kalacak ama ne yapalım
- Sen bittin oğlum. Bir de Mete dövecek seni daha. Ben elimi sürmesem de olur
- O konuda pek emin değilim ya. Mete niye bana el kaldırsın?
İlk defa duraksıyor Oğulcan. Diğeri bunu fırsat bilerek yavaş yavaş kalkıyor ayağa. Yüzündeki kanı siliyor eliyle.
- Bak şimdi. Seni kimseye şikâyet etmeyeceğim. Çevrede de yüzümün hali sorulunca sarhoşun birine çattım, karşı koyamadım falan diye uydururum.
Oğulcan’ın kaşı havaya kalkıyor.
- Niyeymiş lan o?
Onur’dan bir tebessüm görünüyor.
- Bugünü unutup devam edeceğiz çünkü. Beni ifşa edemezsin.
- Sen öyle san pezevenk. Ananı ağlatacağız senin
- Bir yavaş ol be! Düşünsene biraz geri zekâlı. Kaybedeceğin şeyleri tart bir kafanda. Selen’le ilişkimden Gizem’in haberi yok.
- Eee?
- İftira attığını söylerim
- Niye iftira atayım lan sana?
- Rahatsız etmişimdir seni? Bir açığını keşfetmişimdir. Yediğin naneleri öğrenmişimdir.
- Siktir oradan
- Hatta sen de Gizem’e sadık değilsindir belki?
- Öyle bir şey yok. Boşuna tüketme nefesini
- Belki vardır belki de yoktur. Ne fark eder? Düşün lan düşün. İlişkini bitiririm oğlum senin. Gizem’i bir daha göremezsin. Öyle bir ayrıma geldiğinde, ki bu gidişle gideceğiz gibi… sence sana mı bana mı inanır?
- Bana inanır
- Hem de daha önceden o kadar sabıkan varken. Ha?
- Bana inanır tabii lan
- Emin misin? Bebekliğinden beri tanıyorum lan Gizem’i. Bütün hayatı boyunca ben oldum yanında. Senin gibi çakalları daha önce görmedim mi hiç? Hayatım beni onun yanında istemeyen, senin gibi itlerle itişmekle geçti. Bak ama, hala buradayım değil mi? İyi düşün. Bugünü unut. Bizi de rahat bırak. Gizem’le mutlusun. Bırak öyle devam etsin
Oğulcan saldırmak isteyip ileri atılıyor. Onur geriye kaçıyor ve sert bir el işaretiyle durduruyor hücum eden boğayı.
- Ama bu aşamayı geçtik Oğulcan, yapma. Şu an konuşurken bile canım acıyor, daha iyi hissedeceksen diye belirteyim.
- Daha fazlasını hak ediyorsun hayvan herif
- Ama cidden komik bir yanı da var. Şöyle konuşmayı bıraktın da üstüme saldırmaya kalktın ya. Mutlu bile etti bu beni. Daha geçen gün Doğa’yla ders çalışırken bunun üzerine konuştuk biliyor musun? ‘Çaresizliğe düşen insanın şiddet arayışı’. Harbi iyi örnek oldu onun üzerine. Anlamaya başladın demek. Mantıklı geliyor artık söylediklerim
- Gizem bana inanır
- Eminsin?
- Eminim
Onur volta atmaya başlıyor, Oğulcan sabit kalıyor.
- Doğa’yla senin hakkında da konuşuyoruz aslında biliyor musun? Şu an direnmeye devam etmemi sağlayan tek şey aslında bugünün geleceğini çoktan biliyor olmam. Kafamda yüzlerce kez yaşadım bu konuşmayı. Ondan hep bir adım önündeyim. Mesela Doğa seni hep savunuyor bana. Biraz basit gözüküyormuşsun ama derinlikli bir yanın da varmış. Ben karşı çıkıyorum, göründüğü gibi olduğundan eminim diyorum. Basit, vahşi bir adam işte. Bazı şeyleri anlamaktan aciz. O yüzden kendimden emin geldim bugüne kadar. Eh, bakışlarından da haksız çıkmadığımı görüyorum
- Nasıl bir canavarsın lan sen
- Canavar değil Oğulcan. Aşık. Saf aşk bu. Ama korkarım o da senin anlayamayacağın şeyler sınıfında. Sen hala karşındakileri siyah ya da beyaz olarak belleyen aşamadasın
- Yeter be! Yeter. Vaazını dinleyemeyeceğim artık. Sen bir an önce Mete’den saklanmaya bak
Onur şefkatle bakıyor ona. “Pekâlâ Oğulcan”.
***
DOĞA: Geçen gün sevgilimden ayrıldım. Yani aslında o benden ayrıldı
OĞULCAN: Hayda! (Mete’ye döner) Abi, bu çocuğun ağzı neden anca cila yaparken açılıyor?
METE: Anlasam çözmeye çalışırım be Oğulcan!
DOĞA: (el kaldırır) Yahu! O muhabbetlere girmek için anlatmıyorum bunu. İlginç bir şey yaşadım bu ayrılık esnasında
METE: Yine bir şey geliyor…
OĞULCAN: Yok, geç kaldık. Erken sezecektik
DOĞA: Özensiz ayrılıklardandı. Telefonda yazışarak yapılacak kadar özensiz
OĞULCAN: Yuh! İnsan insana bunu yapar mı Romeo?
DOĞA: Orasında değilim. Diyeceğim şu: O tip bir iletişim yönteminde o kadar az şey hissedebildim ki, bir anda her şey koptu. Görüntü yok, ses yok… sadece kelimeler var. O kelimeleri fark ettim bir anda. Aynılardı. (duraksar) Önceki ayrılık konuşmamla. Tamamen aynı sahneyi yaşadığımı anladım. Aynı kelimeler konuşuluyordu ve o an elimizde olan tek şey de oydu zaten. O yüzden hiçbir şey fark etmezdi
OĞULCAN: (gözleri kısık) Senin bizden kurtulduktan sonra kaç tane sevgilin oldu be?
DOĞA: İşte o anda, bir önceki sevgilim geldi karşıma. Aynı onla konuşuyor gibi hissettim. Cevaplarım bile ona göre olmaya başladı. Anlatabiliyor muyum?
METE: Evet ama… bunu da ‘yabancılaşmaya’ bağlayacak mısın?
DOĞA: (güler) Hayır. O konuda ağzımın payını aldım diyebilirim. Ama çok garipti. O an ayrılmak bile umurumda olmadı. O değişime şaştım kaldım sadece. Karşında bir isim yazıyor ama inanamıyorsun, bir anda şekil değiştiriyor
OĞULCAN: Sen de haklısın, nereden emin olacaksın ki kimle konuştuğuna?
METE: İyi dedin
DOĞA: Özenilmemiş, sıradan bir ayrılıktı işte
***
- Özenilmemiş, sıradan bir ayrılıktı işte
- Nereden çıktı ki şimdi birden?
Oğulcan bir nefes alıyor. Kaslarını gevşetiyor. Doğa’yı tam karşısına hizalıyor ve anlatıyor.
- Bu lanet olay olduğundan beri yüzümüz gülmedi ki zaten. Onur da Onur. Takmış kafayı. Anlayışlı davranmaya çalıştım Doğa. Emin ol çalıştım, öyle bakma… Ama şu son bir haftadır konuyu açma dedikçe açtı. Ufak bir yüz buldu ya, açık açık savunmaya başladı. Delirtti beni.
Hızlanan nefes… Kontrole alınan nefes…
- O ibne dolduruyor kızı arkadan. O yüzden istemiyordum konuşmasını. Çıksın karşıma, konuşacağım sadece diyorum. Bu sefer de hemen korumaya geçiyor. Çıldırma da ne yap?
Sallanan kafa, aşağı kayan bakış…
- Bir anda verdim kararı. Soğudum dedim yeter dedim. Kolay olmadı ama hızlı oldu. İkisinin farklı olduğunu şimdi anladım onca yılda. Yeter dedim konuşacağım
Duraksama anı, sıkılan dişler…
- Olaya bak ya. Anasını sikeyim Yeşilçam filmindeyiz sanki… Meğerse o da aynı gün karar vermiş. Konuyu da o açtı. Bir şey bile diyemedim. 2 dakika sürmemiştir telefon konuşması
Alnın kenarından patlayan damar…
- Neyse böyleymiş işte sonu
- Hayırlısı olsun. Kurtuldun gibi bak. Önümüze bakarız artık
Kısılan bir çift göz…
- Bu mu? Eyvallah ya. Çok iyi cevap verdin sen de
- Ne diyeyim?
- Sikicem ne bileyim ya…
Alevlenme belirtisi…
- Nesi garip Oğulcan? Neresi yani? Mete’ye olandan sonra yürümeyeceği açık değil miydi zaten? Sen demedin mi şu an kumar oynuyorum diye bana? Beklemiyor muyduk böyle bir son yani
- Evet dedim. Haklısın
- Cidden yapma yani. Anlıyorum patlayacak birini arıyorsun ama o adam ben değilim. Üzüldüm senin için de evet… Ama şu an içerideki odada bir enkaz var Oğulcan, benim de aklım orada anlatabiliyor muyum?
- O da abarttı artık ha
- Abarttı ha? O adam abarttı. Adam 2 yıllık sevgilisini arkadaşıyla kendi evinde bastı oğlum, unuttun herhâlde
- Farkındayım anasını satayım, aynı evde yaşıyoruz
- E ne o zaman?
- Tamam bir şey demedik.
- Bak bilgin olsun: Bu sabah garip bir şekilde adam gibi konuştum Mete’yle. Kestirip atmadı, susup da uzaklara bakmadı. Gerçekten konuştu benle. Adam okuldaki bu senesini sikti attı zaten, hayır gelmez. Seneye de mezun olamazsa üniversiteyi yakar. Şu an tek derdim en azından bu dönemden sonra şu çocuğu raya sokalım da seneye birlikte mezun olalım… Senin de yardım etmen lazım oğlum.
- Tamam ulan tamam. Tamam aynı gemideyiz, biliyorum.
- Ailesiyle konuştum. Özledik gel diye arayacaklar. Biz de destekleriz gider, biraz havası değişir tamam mı? 3 aydır böyle herif, hiçbir iyileşme yok. Gitsin biraz kafası dağılsın. Sonra yine buradayız, birlikteyiz.
- Tamam… Tamam. Eyvallah Doğa. Bu kadar kahrımızı çekmen… Ne diyeyim
- Bir şey deme gerekmez, diğer konuyu mesele etme bana yeter
Gülümseniyor. Kafalar sallanıyor. Doğa içeriye geçiyor, Oğulcan arkasından bakakalıyor. Tek kaşı kalkık…
Yorumlar
Yorum Gönder