Aşka Dair - - - - (Çözüm)

Bölüm 4


OĞULCAN: Takma kafaya, sana kız mı yok falan derdim… Ama ona da izin vermedi adam. Pek kafaya takmış gibi gözükmüyor

DOĞA: Takamamış gibi diyelim

METE: Ayrılma nedenlerini söylemedi ki. Genelde bundan etkilenmiyor mu sonraki süreç?

OĞULCAN: O da doğru, niye ayrıldınız

DOĞA: Önemli değil şimdi ya. Uzun mesele

OĞULCAN: (elleri havada) Tamam! Ketum adam döndü. Sıradaki sorunun cevabı için bir bira daha ısmarlayın lütfen

DOĞA: Hiç gerek yok, cidden günü tuvalette bitirmek istemiyorum

OĞULCAN: İyi iyi. Ayrılma deyince aklıma geldi. Matrak bir şeyler anlatayım ben. Şimdi bu Rıdvan’ın üniversitede hiç sevgilisi olmamıştı ya

DOĞA: Eee?

OĞULCAN: Heh işte, bir yıl önce falan bir kızla tanıştı. Biraz zaman geçirmeye falan… Mete! Alo! Dinlemiyor musun oğlum sen? Ne çiziktiriyorsun o mendile iki saattir?

DOĞA: Meyhane adamı o, karışma. Biraz sonra garsona verip istek parçam bu diyecek

 

 

Oğulcan kahkaha atıyor. Mete aldırmıyor. Biraz sonra başını kaldırıyor.

 

 

METE: Mesela bu ayrıldıkları kız… Doğa’yı aldatmış olsaydı… Doğa’yı bu halde görmezdik gibi geliyor.

DOĞA: Ne?

OĞULCAN: Nereden çıktı oğlum şimdi bu?

METE: Öyle aklıma geldi, malum deneyimim var ya bu konuda biraz. Anlarım

 

 

Garip bir sessizlik anı. Masaya inen bakışlar.

 

 

METE: Ne oldu? Sustunuz… Rahatsız mı oldunuz? Olayı yaşayan benim ulan. Siz neyinden rahatsız oluyorsunuz?

OĞULCAN: Tamam Mete ya, boşver açmayalım şimdi bu mevzula…

METE: Bir dakika bir dakika. Nasıl boşver ya?

DOĞA: Abi boşver işte

METE: Ne boşveri lan! Konuşamayacak mıyız böyle bir şeyi? 

OĞULCAN: Ondan değ…

METE: Niye boşver yani, yüzleşmekten mi korkacağım?

DOĞA: Bence öyle demek istemedi

METE: Ne demek istedi? Sen anlat

DOĞA: Yani işte tadımız kaçmasın diye

METE: Tadımız kaçmasın ha… Tadımız kaçmasın… Böyle kaçmayacak tadımız öyle mi? Sabahtan beri içip içip geçmiş hakkında konuşalım, güzel anılardan falan bahsedelim… konu buralara yaklaşınca kıvrak hamleler yapalım… içine dalmadan başka bir konu açalım. Ne yetenekli adamlarmışız biz ya? Tak diye açmasam asla bahsi geçmeyecek bir zaman dilimi. Sanarsın unutulacak kadar kısa bir zaman. Ama hatırladığıma göre pek de öyle değil. Ne kadardı? Üç yıl! Sizle zaten toplam beş senem geçti benim. İçinden o üç yılı ne kolay koparıp atabildik sohbetlerimizden değil mi? 

DOĞA: Mete anlıyorum. Haklısın da, haksızsın diyemem. Ama… bu işler böyle yürümüyor mu zaten? Kimse eski arkadaşlarıyla buluşup da sıkıntılı günlerini konuşmak istemez

METE: Ben istiyorum belki. Ama ben rahatsız olmuyorken sizin bu samimiyetsizliğiniz niye, onu anlamaya çalışıyorum

 

 

Doğa Oğulcan’la göz göze geliyor. Bir an susup bakışıyorlar. Birbirlerini tartıyorlar. Tamam mı devam mı diye sezmeye çalışıyorlar.

 

 

METE: Ee aşk doktoru? Bu konuda da aydınlatsana mesela bizi biraz. Nedir aldatmanın aşk içindeki dinamiği?

OĞULCAN: Mete, bunun kimseye faydası yok şu an.

DOĞA: Katılıyorum. Kalkalım istersen

 

 

Mete sertçe kafa sallıyor.

 

 

METE: Bana mı size mi faydası yok? Anlayamıyorum. Konuyu açan benim, bana adam gibi davranmayan sizsiniz. Tekrar soruyorum, çekinecek bir şeyiniz mi var?

DOĞA: Ondan değil Mete. Ama…

METE: Aması yok. Anlat sen

 

 

Oğulcan ve Doğa yine göz göze geliyor. Bu sefer farklı ama… bu sefer çatışmanın izi var gözlerde. Gelecek çatışmaya bir ön bakış…

 

 

DOĞA: Tamam… Tamam madem bu kadar ısrarcısın. Var bazı düşüncelerim

METE: Ha şöyle. Sabahtan beri nasıl konuşuyorsak konuşalım işte değil mi Oğulcan?

OĞULCAN: Tabii

 

 

Derin bir nefes alıyor Doğa.

 

 

DOĞA: Çalışmalarımda ‘ilişkiler içinde aldatma’ üzerine de odaklandığım zamanlar oldu. İlk başlarda olayın… senin de dediğin gibi genel dinamiklerini inceledim. Kişinin motivasyonu nedir, ahlak kurallarının orijini nedir ve kişi üzerine nasıl etki etmektedir, hangi noktada motivasyon kişiyi çevreleyen ahlak normlarını baskılayabilir ve kişiyi eyleme geçirir? Bu gibi sorulara yanıt aradım ama açıkçası önceki çalışmaları yinelemekten fazla ileriye gidemedim. Konu da girdikçe çatallaşıyor ve odağını yitiriyordu. 

METE: Ama durmadın

DOĞA: Evet, devam ettim. Cinselliğin kontrol altına alınmasının toplum için pragmatik yanlarından yola çıkarak bugünkü tek eşlilik düzenine nasıl geldiğimizi, mitler yaratarak nesilden nesile yayıp ‘aşk’ adında anlaşılması imkânsız derecede sofistike bir terimi nasıl da evrensel hale getirdiğimizi, kendi iyiliğimiz için kendimize sınırlamalar koyup hayvansal dürtülerimize nasıl gem vurduğumuzu görmemi sağladı bütün bunlar. Ama dediğim gibi, önceki meslektaşlarımdan pek ileri gidemedim. Bilgim artsa da bakışıma çok bir şey katmadı bütün bunlar

METE: Sonra?

DOĞA: Ama sonra farklı bir şey oldu. Bir gün oturup düşünürken şunu dedim: Baktığımız şey aslında bir ‘an’. Asıl biz sonra dönüp baktığımızda bunu geçmişiyle, geleceğiyle; nedenleriyle, sonuçlarıyla düşünerek kompleks bir hale getirme eğilimindeyiz. Yani bir anda bir eylem gerçekleşiyorsa bu öncelikle o andaki koşullarla alakalıdır. Bunu ileri götürüp dedim ki: bu eylemin gerçekleşmesi daha sonra yapacağımız tüm etiketlemeler, yorumlamalar ve etik tartışmaların üstünde bir olgudur.

OĞULCAN: Eee?

 

 

Kafayı kaldırıyor Doğa. Birkaç saniyeliğine Mete ve Oğulcan’la göz göze geliyor. Yutkunuyor.

 

 

DOĞA: Yani daha açık olmam gerekirse aldatma mevzusuna da bu gözle bakmaya başladım.

METE: Müthiş…

DOĞA: Üzgünüm Mete. Ama anlat diyen sendin. O zaman konuya girdiysek de tam olsun. Her ne kadar o günlerde hepimiz üzülmüş olsak da senin olayına da artık bu gözle baktığımı bil madem. Evet üzülebilirsin, ben de senle birlikte üzüldüm. Ama durumu da yanlış okuyorsun bana kalırsa. Hiç bu gözle baktın mı bu olaya?

 

 

Nefesi hızlanıyor Doğa’nın. Daha hızlı konuşuyor. Daha gür çıkıyor sesi.

 

 

DOĞA: Bu olay o zaman sadece Onur’a düşmanlığımızla son buldu. Tek başına mı yaptı Onur bunu? Selen’in aklı, arzuları yok mu? O kadar mı basit bir varlık o? Bahsettiğim ‘an’ kavramında iki kişi mevcut Mete. Sen neden tek taraflı gördün hep bunu? Bizim bugün bu sohbette bu konulardan kaçınmamız gibi sen de kaçınmadın mı Selen’in hissettiklerini düşünmekten? Seni ne durdurdu? Masumiyetine inanmak istediysen neden bitirdin ilişkini? Ben senin yanında olmak için Onur’la arkadaşlığımı bitirirken sen Selen’le görüşmesen bile toz kondurabildin mi ona? Hadi bakalım. Sorgulamak istedin, hatta bizi de zorladın. Hadi sorgulayalım

 

 

Mete ve Oğulcan birbirine bakıyor. Sessizliği bozmuyor kimse. Sessizlik akıyor aralarında.

 

 

OĞULCAN: Ayıp be! Ne diyeceğimi bilemiyorum sana…

METE: Öyle deme. Hocamız yine konuştu. Gözümüzü açtı. Hocam, ben sana bir soru sorayım o zaman. Kafama takıldı. Gerçekten de oturup düşünürken mi ulaştın bu psikolojiye? Ha? Gerçekten de düşünce deneyiyle falan mı oluyor bu? Yoksa… işin içinde bir deneyim de var mı? Bu son sevgili mevzusunda… neden ayrıldık demiştin sen?

 

 

Sertleşiyor Doğa’nın bakışları. Yaklaşıyor masaya doğru.

 

 

DOĞA: Bırak Mete. Hoşuna gitmeyince saldırıyorsun, konuyu saptırmaya çalışıyorsun. Ama boşa kürek çektiğini sen de biliyorsun şu an

 

 

Oğulcan elini uzatıyor Mete’nin omzuna. Dikiyor gözlerini dimdik Doğa’ya.

 

 

OĞULCAN: Bırak Mete. Bırak ya… Şaşırmamak lazım böyle aptalca cümleleri bu arkadaşımızdan duymaya. Asıl benim… asıl benim hiç şaşırmamam lazım

METE: Niyeymiş?

 

 

Doğa o an anlıyor olacakları. Kafasında gözüküyor gelecek yirmi dakikanın senaryosu.

 

 

OĞULCAN: Bir ay önce falan Rıdvan’la bir mekâna gittik. İçeride masa ararken bir de ne göreyim… tanıdık bir yüz. Doğa oracıkta oturuyor. Yanına gidecektim, ilerledim… yanındakini tanıyıncaya kadar. O zaman döndüm de çıktım mekândan işte

 

 

Doğa Oğulcan’ın gözünde o an görüyor çekilen tetiği.

 

 

OĞULCAN: Evet. Evet, Onur… Baya baya oturmuş, Onur’la içki içiyordu arkadaşımız. Şimdi anladım nedenini… biraz önceki lafları eden çarpık zihniyet neden görüşmesindi ki eski dostuyla. Ha?

 

 

Dişleri ortaya çıkıyor Oğulcan’ın. Yırtıcı hayvan dişleri. Buradaki av da benim diye düşünüyor Doğa. Ama diğer kurban? O da öteki yandan ona bakmaya başlıyor şimdi. Gözlerinde samimi bir kırgınlık var. Çok gerçek bir kırgınlık. Bir açıklama istiyor. Bir şeye tutunmak. Yutkunuyor Doğa.

 

 

DOĞA: Onur yurt dışında yaşıyor normalde. Birkaç yıldır hiç görüşmedim. Buradaki bir projeye danışmanlık yapmak için gelmiş. Aradı beni bir gün… bir konuda yardım istedi. Ben de tamam dedim. Evet, birkaç kere görüştüm yani. İnkâr edecek değilim.

 

 

Mete’nin kayan bakışından bir şeylerin öldüğünü görüyor onda. İçi sıkılıyor. İç sıkılması zaman geçmeden daha güçlü bir duyguya bırakıyor kendini. Öfke…

 

 

OĞULCAN: Sana da bu yakışırdı bilim adamı. Bravo ya. Ortada sıkıntılı bir durum yok zaten. Neden kimseyle aran bozulmuş olsun ki? Ne diyelim biz sana

 

 

Hevesini almış gibi hissediyor Oğulcan. İçten bir keyifle bakıyor Doğa’nın gözlerinin içine. Ama bir an sonra karşılık veriyor Doğa bakışına. Ve o an… ateş dolu gözleri gördüğü an anlıyor silahın artık kendisine doğrulduğunu.

 

 

DOĞA: Oğulcan biliyor musun, Onur’la görüşmemi kötü karşılamana rağmen… bir şeyler katmış bile olabilir bana. Ben Onur sayesinde senelerdir bilmediğim bir tarafını öğrendim senin.

 

 

Gözleri büyüyor Oğulcan’ın. Aklına bin bir senaryo geliyor. Ama hiçbiri de iyi bitmiyor o an.

 

 

DOĞA: Evet Oğulcan. Doğru tahmin yine… Ketumluğun. Bana yakıştırdığın bu sıfatın sende de ne kadar iyi durduğunu öğretti bana Onur. Sağ olsun. Nereden bilebilirdim ki öteki türlü?

 

 

Suratı hala asık olan ama aynı zamanda da dikkat kesilmiş Mete’ye dönüyor odağı.

 

 

DOĞA: Mete. Olayın boyutunu ne kadar etkiler bilemiyorum ama… meğerse Selen’le Onur’u evimizde suçüstü yakalayan tek kişi sen değilmişsin. Oğulcan her konuda olduğu gibi bu konuda da bizden bir adım öndeymiş. Fakat seni üzmek istemediğinden olsa gerek, sana söylemeyi uygun görmemiş

 

 

Yavaşça dönüyor Mete. Oğulcan bakamıyor. Başını bile çeviremiyor.

 

 

OĞULCAN: Mete…

 

 

Sesi kısılıyor. Dönüyor yavaşça. Göz gözeler.

 

 

OĞULCAN: Abi…

 

 

Devam edemiyor. Kalkan el susturuyor onu. Sessizlik işgal ediyor tüm mekânı.

Mete’nin suratına yansıyamıyor içinde dönenler. Dışarı çıkacak bir yer bulamıyor. Kelimelere dönüşmesiyse sadece bir hayal.

 

 

METE: Ne diyeyim ki…

 

 

Yavaş hareketlerle arkasına dönüyor. Sandalyesinin arkasından ceketini kurtarıp ayağa kalkarken de…

 

 

METE: Umarım… umarım görmem ikinizi de bir daha

 

 

Kalkıyor. Durduran yok. Ses çıkarabilen de yok. Sessizlik içinde terk ediyor mekânı.

Bir an hiçbir şey olmuyor.

Sonra bir yumruk iniyor masaya. Üstündekiler titreşiyor, zıplıyor.

Doğa o zaman görüyor karşısındaki şiddeti.

Sonsuzluk gibi gelen bir dakika boyunca daha önce yemediği küfürleri yiyor. Sözcüklerin kendisi değil, veriliş biçimi etkiliyor onu. Çünkü sözcükleri duymuyor bile. Onların çıktığı ağzın çarpılmasına, bir gözün diğerinden küçük hale gelmesine, alnın kenarından çıkan damarın genişliğine, ten renginin kırmızıya dönüşmesine takılıyor gözleri.

En son bitiriyor sözlerini Oğulcan. Bir anda kalkıyor masadan. Korku dolu bir yüzle masaya yaklaşan garsonu tek eliyle itip tuvaletlere doğru ilerliyor.

 

 

Garson: Arkadaşınızı… şikâyet ettiler. Dışarı çıkmasını istemek durumundayım.

 

 

Doğa kaldırıyor başını. Donukça…

 

 

DOĞA: Sorun değil. O da gidiyordu şimdi.

 

 

Garson uzaklaşıyor.

Doğa biraz önce sadece gözlemlediği şiddeti hissetmeye başlıyor artık. Önce kalp atışlarında, sonra titreyen bacağında, ardından titremeyi durdurmak için bacağının üstüne koyduğu elinin kasılmasında…

Ve son olarak da:

Çevresine baktığı an karşılaşıyor şiddetin kendisiyle. Rahatsız olan yüzlerde, küçümser bakışlarda, şikâyet belirten sözlerde görüyor. Mekandaki insanların nefesi şiddet kokuyor ona.

Benim etkim mi bu? Biraz önce bırakıp gidene değil mi bu tepki? Bugün burada bir insan öldürüldü. Cinayet mahallinde de sen bulundun. Neye şaştın?

Vücudundaki etki artıyor. Dayanamıyor bakmaya. İndiriyor bakışlarını.

 

Gözü Mete’nin tarafına ilişiyor. Önce sandalyesine… sonra önüne. Mendil. Mendile bakakalıyor. Uzanıyor soluyla. Yavaşça, nazikçe açıyor katlanmış kısmını. Tükenmez kalemin mavi çizgileriyle karşılaşıyor içeride. O italik, karakteristik yazıyla:

 

 

“Ayaklarım çok fazla yere basıyor 

Göklere doğru yol almak isterken ben”

 

 

Çekiyor mendili gözünün önünden. Yavaşça cebine koyuyor, saklayacağına yeminler ede ede.

Mete gözünün önüne geliyor. Tam anlamıyla, her anlamıyla Mete. Geçmişi ve geleceğiyle, nedeni ve sonucuyla Mete’yi koyuyor aklına. Yük fazla geliyor, iniyor başı biraz daha önüne. Yine kurtarmıyor. Son çare giriyor devreye. Yükler hal değiştiriyor. Eriyor da iniyor gözlerden.

İlk yaş düşüyor…

Düştükçe anlamaya yaklaşıyor Mete’yi. Anladıkça devam ediyor yaşların düşmesi.

 

 

Yaklaşan ayak seslerini duyduğunda kaldırıyor başını. Bulanık bir görüş içinden seçiyor hızla gelen kişiyi. Bir anda yakasına yapışılıyor.

 

 

OĞULCAN: Utanmadan ağlıyor musun lan şimdi? Ha? Ağlıyor musun cidden?

 

 

Sözüne tezat biçimde gözyaşları görüyor onda da Doğa. Ama farkı seçiyor hemen. Sinir gözyaşları bunlar diyor. Benim yaşlarım düşerken benden bir şey götürürken onunkiler ona katmaya devam ediyor…

 

 

OĞULCAN: Cevap versene oğlum? Değdi mi bunu yaptığına? Söylesene! Değdi mi?

 

 

Çok uğraşıyor bir ses çıkarmak için. Yavaş yavaş geçiyor boğazından sözcükler.

 

 

DOĞA: Değdi. Değmedi. Ne fark eder? Oldu işte

 

 

Bırakıyor yakasını Oğulcan. Tepesinden tepesinden bakıyor ona.

 

 

OĞULCAN: Evet oldu. Bravo orospu çocuğu BRAVO!

DOĞA: Oldu işte. Oldu bitti. Bırak peşini

OĞULCAN: Yok. Anlamıyorum. Dön de bir kendine bak. Nasıl bir canavarsın lan sen?

 

 

Sadece bakıyor Doğa. Oğulcan dönüyor. Garson yine itiliyor. Oğulcan mekânın diğer tarafına doğru ilerliyor. Bakışlar yine Doğa’nın üstüne kalıyor. Bakmıyor o da. Oturuyor sadece. Garsondan biraz zaman istiyor. “Gerçekten kalkacağım, biraz izin ver.”

 

 

Bir ara kafasını kaldırıyor. İki kişi görüyor çıkışa ilerleyen. El ele tutuşmuş. Biri Oğulcan, diğeri… diğerini tanımıyor. Bir kadın. Bir kadın ki kafasını karıştırıyor Doğa’nın.

Ne çok benziyor Gizem’e. Gizem cildi, Gizem saçı, Gizem giyimi, Gizem’in gizemli havası…

Ama Gizem değildir. Gizem olamaz. Gizem olmamalı.

O an dönüyor Oğulcan. Çıkarken, kapı eşiğinden bakıyor Doğa’ya.

Öyle bir bakış… öyle bir bakışla karşılaşıyor ki Doğa.

“Bu gece o kızla edeceği hiçbir muhabbet, ondan alacağı hiçbir ilgi… yaşayacağı hiçbir orgazm, bu bakışın vereceği zevki veremezdi ona.”

 

 

Önüne dönüyor. Garsona el ediyor. Hesabını ödüyor.

Ceketini giyip çıkıyor dışarı.

Yağmur altında yürümeye başlıyor.

İşte yağmur altındayız. 

Sizin ıslanmak umurunuzda değil, ben biraz üşüyorum ama dert etmiyorum.

Bugün bir şeyler yaşandı, iyi ve kötü şeyler.

 

“Oldu işte. Oldu bitti. Bitti her şey!”

 

 


***

 


 

- Oldu işte. Oldu bitti. Bitti her şey!

- Bitti ulan! Gel buraya

 

Coşkuyla kucaklıyor Oğulcan Doğa’yı.

 

- Dur abi dur. Diplomayı ezeceksin şimdi

- Kaç yıl uğraşıp da aldık oğlum onu. Kolay mı lan!

 

Kahkahalar atıyorlar. Nefeslerini topluyorlar. Çok güldük diyorlar.

 

- Ne o, mühendisinizi bekleyemediniz mi eğlenmeye başlamak için?

 

Koşar adım geliyor Mete. Başında kep, elinde diploma.

 

- Var mı mühendis diploması görmek isteyen?

 

Varıyor yanlarına. Doğa’ya sarılıyor. Sonra Oğulcan’a. Kenetleniyorlar üçgen biçiminde. Sessizce bekliyorlar. Mete bozuyor.

 

- Beyler… teşekkür ederim. Başka ne diyebilirim bilmiyorum ama… sizsiz yapamazdım.

 

Bir anlık sessizlik. Oğulcan dayanamıyor.

 

- Lan oğlum tamam ya… Ağlatma bizi şimdi, yakışmaz. Değil mi Doğa?

 

Arkalarından biri yaklaşıyor. Elinde bir makine, koca bir objektif…

 

- Ağlayın gençler! Ağlayın tabii. Bugün ağlamayacaksınız da ne zaman ağlayacaksınız? Hatta şöyle bir toplanın bakalım. Bir iki fotoğraf alayım. Böyle yakışıklı gençleri bulmuşum, var ya asla kaçırmam.

 

Oflamalar başlıyor. Oğulcan el ediyor.

 

- Canım abicim. Vallahi anlıyorum seni, sen de işinde gücündesin. Ama yok yani, fotoğraf istemiyoruz biz, almayacağız

 

Objektif alçalıyor aşağı. Karakteristik bıyıklarıyla fotoğrafçının yüzü meydana çıkıyor. “Ah be çocuğum! Siz hiç anlayamamışsınız ki muhabbeti. Para için yapılmaz bu. Ne görüyorum ben biliyor musun şu an? Harika bir tablo. 20 yıl sonra elinize alacağınız; bakıp da ‘vay be’, ‘iyi ki’ diyeceğiniz bir tablo.  Pırıl pırıl gençleri görüyorum. O yüzden dostluğunuzu ölümsüzleştireyim istiyorum.”

 

Gençler birbirine bakıyor. Doğa davranıyor. “İnsan en azından bu büyülü sözlere mezuniyet gününde kanmalı. Ha? Ne dersiniz”. Mete’nin yüzünde şefkat var. “Siz varsanız ben de varım beyler”. Oğulcan onaylıyor başıyla. Birkaç poz çekiliyorlar. Ölümsüzleşiyor mutlulukları, haklı gururları.

 

Üzerine konuşuyorlar ellerindeki fotoğrafların. Dönüşte, tüm yol boyunca. Sokakları arşınlarken kahkahaları çınlanıyor dönemeçlerde. Doğa anlatıyor:

 

“Yıllar sonra buluşacağız sözleştiğimiz bir yerde. Sen… senin mühendislik şirketin olacak Mete. Bu şehirdeki tüm inşaatları senden soracaklar. Sana gelince… sen ticaretin kralı olacaksın Oğulcan. Sınırlamıyorum seni, herhangi bir sektörde olabilir. Hatta birçok sektörde birden de olabilir. Sen bile sayamayacaksın. Evet evet, hem sektörlerini hem de kazandığın paraları… Hatta o yüzden paraya sıkıştığımda sana geleceğim. Niye mi? Ben mi ne olacağım? Haa… Ben… ben üniversitede olacağım tabii ki. Nerede mi? Bizim üniversitemizde. Rektör olmadan bırakmam çünkü. Malum, yapılacak çok şey var! Neyse… Yanımızda bu fotoğrafları da getireceğiz buluşurken. Yan çizmek olmayacak. Çıkaracağız bu fotoğrafları, masaya koyacağız. Sonra da başlayacağız anlatmaya…”

 

 

 

-SON-

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dans Bakışı / Gölge Serinliği / Sinema Yolları

Mutluluk Meselesi

İstasyonlar