Aşka Dair - - (Düğüm)

Bölüm 2


DOĞA: Akrabalarla ilişkiler iyi yani?

METE: Şükür diyelim hiç sıkıntımız çıkmadı, zaten belli bir tanışıklık vardı babamlardan biliyorsunuz

OĞULCAN: Evet o etkili oluyordur, iyi bari. Zor diye duyuyoruz hep bu evlilikte akrabalık işlerini

METE: Görücü usulüne yakınsayınca olay, çok da risk olmuyor sanırım

OĞULCAN: Doğru ya, o da var değil mi…

DOĞA: Nasıl bir şey be Mete

METE: Ne nasıl?

DOĞA: Yahu ne bileyim, hani konuşmak da istemeyebilirsin ama…

METE: Ne hakkında oğlum

DOĞA: İşte bu görücü usulü meselesi ya. Hani biz sadece duyduk zamanında, pek konuşma şansımız da olmadı. Yani pek içini bilmiyoruz, o nedenle yargılamak da düşmez ama

METE: Ne yargılaması arkadaş? Oğulcan ne diyor bu ya (gülümser)

OĞULCAN: Entel arkadaş sanırım demeye çalışıyor ki: İşte görücü usulü olunca nasıl oluyor bu işler

DOĞA: Evet işte! Ya anladınız işte uğraştırmayın abi, benim mesleğim zaten aşkı araştırmak üzerine

METE: (gülümseyerek bakar) 

OĞULCAN: Aşk olmadan oluyor mu diyor. Daha doğrusu diyemiyor ama çırpınmasını dinlemeyelim be daha fazla

METE: Senin kitaplardaki aşkı arayacaksak hayal kırıklığına uğrayabiliriz Doğacım. Hayır yani, akşamları karşısına geçip Romeo misali soneler okumuyorum Esra’ya

OĞULCAN: Beklediğim cevap, teşekkür ediyorum

DOĞA: Niye öyle bir şey beklediğimi sanıyorsun ki? Herhalde ben de farkındayım öyle bir dünyanın olmadığının

OĞULCAN: Eee o zaman

DOĞA: Sone okumadığını söylemen soruma cevap vermiyor aslında, sen anlatmaya devam et

METE: (Oğulcan’a dönerek gülümser) Anlaşıldı, kolay bırakmayacak eleman

OĞULCAN: Öyle görünüyor valla

DOĞA: (dinlemeye hazır bakar)

METE: Anlatayım. Şu ana kadar lisedeki üniversitedeki sevgilinizle olan ilişki gibi bir şey değil tabii bu. Onu zaten siz de tahmin ederdiniz. Esra’yla nikah masasına oturduğumda bile onu tanıyor olduğumu iddia edemiyordum. Öyle bir arayışımız da yoktu aslında baktığında. Siz diyorsunuz ki: eh be Mete, yine ketumluğun tuttu. İnsan arkadaşının evleneceğini düğün davetiyesiyle mi öğrenir? Kim bu kız, nereden tanıştınız, biz niye görmedik? Ben de çok farkında değildim ki be oğlum, size nasıl anlatacağım? En başta böyle bir şeyi istedim mi diye sormak gerekebilir, hatta öyle düşünürsünüz belki. Öğrenmesi de kolay gelebilir. Sonuçta mühendis adamız değil mi, işimiz problem çözmekmiş diyorlar: böl problemi parçalara, analiz ede ede çöz işte. He Doğa, ne dersin?

DOĞA: Bir başlangıç olabilir tabii

METE: Olmadığını düşünmeye başladım işte. Bu öyle bir konu değil ki. Memlekete dönmüşüm… benim bir dünyam var kafamın içinde. Orda istediğim gibi çözerim problemlerimi, böl parçala yönet... Burada sıkıntı yok. Ama hayat öyle değil sanki be Doğa. Analojilerle aram hiçbir zaman iyi olmadı bilirsin. Ama diyeceğim ki: benim kafamdaki dünyam bir dalga misali, istersen bütün gün izle. Teyit et yönünü, hızını ölç. Ama koca denizin hareketini o dalga üzerinden nasıl anlayacaksın ki? Memlekete dönmüşüm: ben varım, kafamdaki dünya var. Ama başka şeyler de var: anam var, babam var, komşun var… Bu insanların da bir dünyası var, hepsinin amaçları var, sebepleri var. Seni koydukları bir yer var kafalarında. Bu olay da…

GARSON: Tazeleyeyim mi?

METE, DOĞA: (kafalar yukarı)

OĞULCAN: Müthiş olur!

GARSON: (uzaklaşırken) Birazdan geliyor

METE: Eşit mi gitmişiz ya?

OĞULCAN: Yok be! İçtim sizi bekliyorum iki saattir, yıllar geçti hala yavaşsınız

DOĞA: Mete ben seni referans belliyorum, alışkanlık olmuş bozamadım (kahkaha)

OĞULCAN: İyi iyi böyle devam

DOĞA: Evet Mete, ‘bu olay’ diyordun

METE: Ha, şey… 

OĞULCAN: Unutturmaya çalışıyordum hatta ben de

METE: Yok Oğulcan, kaptırdık bir kere. El mahkûm! 

DOĞA: (güler)

METE: Yani diyorum ki bu olay da aslında öyle. Dalga dalga dedim o kadar, Esra’yla beni evlendiren şey de bir sürü insanın getirdiği dalgayla olan bir şey aslında. Hepsinin birleşip ortaya çıkardığı bir derya.

OĞULCAN: (ilgisiz) İyi bağladı

DOĞA: Sonra?

METE: Çoğunun kader diye bahsettiği şeyin dinamiğinin öyle olduğunu gördüm o an Doğa. O koca deryada bir dalga olmak, o düzen içinde kendi ritminde ilerlemek. Kimi zaman yüksek kimi zaman da usul usul, ama çevresiyle hep uyumlu

OĞULCAN: Yürü be Romeo!

DOĞA: Ne oldu bunu anlayınca?

METE: Gördüğünüz şey oldu işte. Kabul ettim verileni, başladım salınmaya. Parçası oldum o hareketin. Dedim ya, nikah masasına kadar ben de bir şey anlayamadım. Yarı bilinçli bir hayata geçiş gibi belki

DOĞA: Ve evlendiniz. Buradan da soruma bağlayacaksın sanırım

METE: Evet. Aşk mevzusu. Bir adım geri çekilip aşkı nasıl tanımladığımıza, neden bunu bir birlikteliğin ön kabulü olarak gördüğümüze bakabiliriz öncelikle

DOĞA: Ki bakması ciltler dolusu kitap demek

METE: (baş sallar) Ki bakması ciltler dolusu kitap demek. O yüzden kişisel deneyimimden yola çıkayım. Bir süre sonra anladım ki, farklı bir şey buldum şu yıllık hayatımda. Farklı bir birliktelik. Samimi bir saygı ile karşıya yaklaşıp, fazlası değil, aynısını karşıdan alarak hayatıma devam ettiğim bir ilişki bu.

DOĞA: Bu nasıl hissettirdi peki

OĞULCAN: (kafa masada) Lütfen içkimi getirin 

METE: Gerçekten iyi. İyi hissettiriyor. Hiçbir hızlandırıcı etken olmadan, zorlamadan, bir yol üstünde tanımak karşındakini… Hayatımda böyle bir şeyi deneyimlemem gerekiyormuş, onu anladım. İnanmazsın belki ama, gün geçtikçe ve birbirimizi daha iyi tanıdıkça aslında ne kadar da birbirimize uygun olduğumuzu görüyoruz. Bunu başka bir şekilde keşfedebilir miydik? Emin değilim Doğa. Hayatında kime her şeyi göze alarak, sadece tanımak uğruna yıllarını vermeye hazırsın?

GARSON: Buyurun!

OĞULCAN: Seni Allah gönderdi!

GARSON: (gülümseyerek uzaklaşır)

OĞULCAN: Bu kadehi hanginiz için kaldırıyorum?

DOĞA: (dalgın) Sağlığa dostum, sağlığa

METE: Ben sana diyeyim Doğa. Ulan biz zaten seçemiyoruz ki birlikte olmak istediğimiz kişiyi! Beceriksiziz bu konuda ama kibrimizden onun bile farkında değiliz. Etrafına bir baksana: kimi mutlu görüyorsun ilişkisinde? Sorsan hepsi hür iradesiyle seçti ama… Hür iradesiyle mi mutsuz olmayı seçti bu insancıklar?

DOĞA: Belki de

METE: Sana bir olay anlatacağım bununla ilgili, bir ay kadar önce oldu. Bir gün Esra’yla sabahtan dışarı çıktık. Çıktık ama bardaktan boşanır gibi yağmur yağıyor

 

 

 

***

 

 

 

Bardaktan boşanır gibi yağmur yağıyor. Mete ve Oğulcan yağmurun altında. Bir kaldırımda oturuyorlar. Mete başını gömmüş ellerinin arasına, set çekiyor gözlerinin önüne. Yağmurla yarışmaya heves etmiş gibi ağlıyor çünkü, yağmur cesaretlendiriyor daha da salması için gözyaşlarını. Oğulcan ayağa kalkıyor, ufak bir volta atıyor. Çeviriyor yönünü yine Mete’ye. Odaklanıyor, düşünüyor, kuruyor kafasında:

 

Yağmurun altındayız Mete

Senin ıslanmak umurunda bile değil, ben biraz üşüyorum ama dert etmiyorum

Yağmurla yarış etmeye heves etmiş gibi ağlıyorsun, belki yağmur cesaretlendiriyor seni daha da salman için gözyaşlarını

Yaşın benden büyük, istesen beni tek elle yere yatıracak kadar da irisin

Hayvan gibisin oğlum kısaca.

Ama çok naifsin işte

Aklına bile getiremiyorsun bu gibileri

İnsan insana nasıl yapar falan diyorsun hala.

Harbi, insan insana nasıl yapar bunu?

Yapıyor işte Mete, sen de hep duydun daha önce bu gibileri

Ama naifsin işte, hele kadınlara karşı daha da…

Hep kulağını tıkayıp uzakta saydın onları, öyle olmasa bu kadar vurulmazdın belki de

Bu kadar da serbest düşüş yaşamazdın

Ama ben biliyorum işte senin ne olduğunu, o nedenle yanındayım zaten

Ondandır bugün sırılsıklam olmam

Mucize yaratacağımdan da değil hem

Sen ağlarken omzuna elimi koyup beklemek için

Bir de başını kaldırınca bir sigara uzatıp

Titreye titreye uzanan ellerine

Ama ben bırakmıştım dolu suçlu bakışlarına gülümseyip sakinleştirmek için

Düşüşünü biraz olsun yavaşlatabilmek için

 

Oğulcan kaldırıma yaklaşıyor, oturuyor. Elini koyuyor Mete’nin omzuna. Mete başını kaldırıyor. Sigaralarını içiyorlar yavaş yavaş, birkaç dakika boyunca. Mete siliyor gözyaşlarını, yutkunuyor. Konuşmaya hazırım sinyalleri veriyor dünyaya.

 

- Dersin yok muydu senin

- Siktir et şimdi dersi falan. Eve gidelim mi?

- Olur

 

İki siluet ilerliyor yağmurun ortasında, birbirinin adımlarına tıpatıp uya uya

 

 

 

***

 

 

 

DOĞA: Yok yok, o da emekli oldu. 2 yıl falan oluyor hatta sanırım

METE: Vay be, şaka maka en arıza hocalarım teker teker silinmiş akademiden. Şimdi üniversiteye girsem rahat rahat bitiririm herhalde

DOĞA: Yok o kadar rahatlama. O arıza roller hemen doldurulur (güler)

METE: Eh, biri gider öteki gelir hesabı

OĞULCAN: Beyler, şu kardeşiniz birkaç dakikalığına izninizi istesin

METE: Hayırdır?

DOĞA: Tuvalet şu ileride sağdaymış Oğulcan

OĞULCAN: Yok ulan tuvalet değil. Bir arkadaş da buradaymış da, bir ona selam vereceğim

DOĞA: Bir dakika bir dakika (güler) Kimmiş bu arkadaş yahu?

METE: (sırıtır) Evet evet bir bahset bakalım, öyle bilmediğimiz yere gönderir miyiz biz kardeşimizi

OĞULCAN: Büyüttünüz he! Bir selam verip geleceğim kıza arkadaş

DOĞA: Bak şimdi de kız oldu

METE: Doğa!

DOĞA: Efendim abi

METE: Pis kokular geliyor bana Doğa

DOĞA: Ben de aldım abi. Oğulcan biz neden bu mekânda buluştuk acaba?

OĞULCAN: Yok artık be

METE: Harbiden, neden illa burası?

DOĞA: Bir anda arkadaşlar falan da belirmeye başladı sanki burası…

OĞULCAN: Aynen kardeşim, aynen… Milletle sözleşip sizi de aperatif niyetine çağırdım, ne zekisiniz siz ya

METE: Yok canım, biz engel olmayalım sana diye diyoruz

DOĞA: Senin iyiliğin için yani

OĞULCAN: Ben selam verip geleceğim, dönene kadar siz de komplo teorileriniz üzerine çalışın (kalkar)

METE: Nasıl da reddediyor gördün mü (sırıtır)

DOĞA: Hiç değişmemiş bu yönü abi, o dudağın şekil değiştirmesinden hemen anladım yine

METE: Tongaya gelmişiz yine biz, ne yaparsın

DOĞA: Canı sağ olsun be abi, biz de onu böyle sevmiyor muyuz

 

 

 

***

 

 

 

- Canı sağ olsun be abi, biz de onu böyle sevmiyor muyuz?

- Mehmet hocayı mı? Hayır hiç de sevmiyoruz. Adam rektör olduğundan beri iyi yaptığı bir şey yok be!

- Sen de haklısın ne diyeyim…

 

Oğulcan Selen’le olan göz temasını keserek geriye doğru bırakıyor kendini. Bir daha Selen’in olduğu ortamda sarkastik bir dil kullanmayacağım diye not ediyor kafasına, acaba Mete bu düşüncelerimi duymuş mudur diyerek de göz ucuyla kontrol ediyor onu ama Selen’in kucağına kafasını koymuş huzur içinde uyuklayan arkadaşını görünce rahatlıyor, çimle temas ettiği an da unutuyor bunların hepsini. Soluna dönüp Gizem’e bakıyor, davetkar bakışlarını kabul ediyor diğeri. Uzanıyor o da çimlere, başı da Oğulcan’ın göğsünde.

 

Mete kımıldanıyor

- Geliyor bizim cingözler

 

- Nabersiniz çifte kumrular?

Onur’la Doğa yaklaşıyor gruba, atlıyor aralarına

 

“Güneş alıyoruz Doğa’cım” diyor Selen. 

 

- Belki diğer çifte kumrulara demiştir

- Biz onlardan daha eski bir çiftiz Onur’cum

- Onlar üstüne alınmadı zaten boşver

- Doğru dedin

- Sizin nasıl program?

- Dersler iptal, boşa çıktık Doğa’yla

- Sen kırdın mı Mete dersleri?

- Öyle görünüyor

 

Oturuyorlar, yatıyorlar, kampüsün tüm çimlerine biz hakimiz diyorlar. Boy boy muhabbet ediyorlar. Yorulan kenara çekiliyor, sonra silkinip araya giriyor. Muhabbet hiç durmuyor. Sanki hiç bitmeyecek gibi hissediyorlar. Sonra aralarından biri çıkıyor:

 

- 6 kişiyi aynı anda uygun bulmuşuz, bir şeyler yapsak ya

- İyi dedin

- Ne var aklında

- Sinemaya gitsek ya, şu yeni filme

- Neydi

- Fincher’ın filmi. Brad Pitt oynuyor baş rolde.

- Benjamin Button bir şey bir şeydi…

- Heh işte o.

- Güzel miymiş

- Jim Carrey’nin filmine gidelim 

- İyi diyorlar

- O hangisiydi?

- Bay Evet’ti sanırım

- Oynuyor mu hala o ya?

- E tabii

- Neyse kalkın da orada karar veririz

 

“Ne dersin Mete” diyor Selen: buyurgan bakış, yumuşak bir temas. “Tabii canım, nasıl istersen”

“Oğulcan siz?”. Oğulcan’ın başı iniyor, sonra kalkıyor. Hafif sırıtıyor. “Gizem’e sorun, ben uyarım”. Gizem kafayı çevirip Doğa’ya gülüyor, Doğa bakışlarını kaçırıyor, Onur’a dönüyor. “Anlaşıldı, gidiliyor dava arkadaşım”. Onur diş gıcırdatıyor, şov moduna geçiyor. İçten içe keyif alıyor ki bu da performansına yansıyor. “Bir şey demiyorum demiyorum ama ben bu durumdan çok yoruldum. Siz sürekli Doğa’yla o sevgili koltuğunda oturmanın ne demek olduğunu bilmiyorsunuz. Sizden uzağa düşmeyelim diye o koltuklara boynumuz bükük gidiyoruz iyi de benim neden eş seçim hakkım olamıyor arkadaş? Yok mu bu adamdan daha sessiz mısır yiyen birisi yahu? Tercihen kadın…”

 

- Ben çok meraklıyım sana geveze adam

- Bu ekibi büyütmek gerekiyor sanırım başka çare yok, ben bu konuda Onur’un yanındayım. Hep mağdur oluyor çocukcağız

- Teşekkür ederim!

- Yürüyün hadi yürüyün, daha bilet alacağız

- Eve uğramamıza gerek var mı Doğa

- Yok sanırım, direkt diğer kapıdan çıkarız

- Daha yakın olur evet

 

Yavaşça toplanan insanlar, salına salına yürüyen vücutlar, uzaktan pek hoş gelen kahkahalar… Gözle değil de, başka bir sezgiyle gözlemlenen bir enerji…

Gençlik ateşi


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dans Bakışı / Gölge Serinliği / Sinema Yolları

Mutluluk Meselesi

İstasyonlar