Mutluluk Meselesi

 Eski günlükleri karıştırırken denk gelip unuttuğuma şaştığım, 2021 Kasım'ında, "dünyanın en mutlu ülkesi" olarak bilinen Finlandiya'ya Erasmus için gitmeden aşağı yukarı 1 ay önce "mutluluk" hakkında bir şeyler karaladıklarım. 
Hoşuma gitti, buraya taşımak istedim.


19 Kasım 2021

Annemle anlaşamadığım konulardan biri olmuştu mutluluk. Benim için doğal olarak bir rol model o. Bu konudaki fikirlerini ilk kavradığımdan beri de duruşunu hiç değiştirmemişti. En azından benim şu ana kadar onu tanıdığım sürede her zaman mutluluğu amaçlayan ve ona ulaşmaya doğru giden yolu öncelik olarak gören bir insan oldu. Peki, pratik anlamda nasıldı? Bunu tam olarak cevaplayamıyorum. 'Hayatın akışı içinde' onun davranışlarını gözlemleyip de "bunu yaparken önceliği mutlu olmayan giden o yol mu?" diye sormadığımı fark ediyorum doğal olarak. 'Hayatın akışı' burada tırnak içinde, çünkü onun da arkasında 'zamanın ruhu' yüzünden ortaya çıkan bir arkaplan var ama dağıtmamak adına ona burada değinmeyeceğim. 

Annemin göç hikayesini (1989 Bulgaristan Türklerinin zorunlu göçü) tamamen özümsedikten sonra aklımda bir soru belirmişti. Zaman kaybetmeden ona sordum: "Anne, bu zorlu yolculuk hakkında bana bir sürü şey anlattınız. 14 yaşında böyle bir deneyim yaşamış olmanın seni çok etkilediği bariz. Hep denir ki, öldürmeyen şey güçlendirir. Sence de öyle mi? Bu tüm yaşadıkların seni bugün olduğun insan yaptı. Bu yokluk, yoksunluk hali belki sende bazı yaralar oluşturdu ama aynı zamanda seni daha zarar verilemez bir hale getirdi. Ne düşünüyorsun?". O zaman dönüp anlamı şuna çıkan bir şeyler söylemişti: "Evet, onca yaşanan şey beni bugün olduğum insan yaptı. Ama daha mı güçlü oldum? Emin değilim. O yaraların kabuk bağladığı ve daha güçlü bir hale geldiği söylense de, o yara hala orada.". Kafamı karıştırmıştı ama bazı şeyleri de benim için ortaya çıkarmıştı. Annem elinde olsa, o yaşadıklarını geri alır ve onları yaşanmamış kılardı. Belki daha "güçsüz" bir insan olma bedelini ödeyerek daha "mutlu" olmayı seçebilirdi. Bu anekdot annemin mutluluğa karşı olan, en azından teorik anlamdaki yaklaşımını benim için kanıtlamıştı. 

Öte yandan kendime baktığımda farklı bir manzara görüyorum. Yaşımın da etkisiyle çok hızlı değişmeye meyilli düşüncelerim karşıya ve kendime pek güven vermese de sanırım bazı temel noktalarda artık ikna oldum diyebiliyorum. Ve bu konularda annemle pek aynı düşüncede değiliz. Mesela artık mutluluğun peşinden koşulmaması gereken uçucu bir konsept olduğuna ikna oldum. Bu konsept o kadar uçucu ki, artık benim için bir hedef olarak konulası bir durum olmaktan çıkmış halde. Zizek bir konuşmasında mutluluk hakkında harika bir laf etmişti. Hala aklımda:

"Happiness only exists as a byproduct of having a goal, it cannot successfully be a goal in itself."

Mutluluğu kendimize hedef olarak koyamayız. Mutluluk, bizim 'daha büyük bir şey' içinde yaşayıp, çalışıp, deneyimledikçe ancak bunun yanında kazanabileceğimiz bir fenomen olmalı. Peki ne bu 'daha büyük bir şey'? Aslında bunu cevaplamak için çok mistikleşmeye gerek yok. Günlük hayatta gördüğümüz yapıların çoğu buna hizmet ediyor bile. Dini inançlar, etnik kökenler, aile yapılarımız, şirketlerimiz, örgütlerimiz, vakıflarımız... İnsan hangisine ait olacağını şaşırıyor. Bu aidiyet organik bir süreçle 'daha büyük bir hedef' tarafından eşlik ediliyor. Hedefin içindeki insan da mutluluk kazanabiliyor. 

Ait olacak bir yapı bulamayan için de bunalım başlıyor. Ateistler bir dine ait olamıyor, kimisi aile kuramıyor, kimisi iş bulamıyor. 'Amaçsızlık' da buralardan doğuyor sanırım. İşe yaramama isteği insanların içini kemiriyor. Ve yaklaşıyor nihilizmin ayak sesleri... kendileri bunu öyle tanımlamasa bile.


20 Kasım 2021

Mutluluk meselesinden devam ediyorum. Nedenleri ve süreçleri sayfalar, aylar, kitaplar ve yıllar boyunca konuşulabilir. Ama dönüp baktığımda annemin günlük hayatta benden daha mutlu olduğunu görebiliyorum. Burada da dikkatli olmak gerekiyor çünkü annemin mutluluğunu ancak dışarıdan bir gözlemci olarak değerlendirebiliyorum. Öz oğlu olsam bile, bu sadece bir gözlemci olduğum gerçeğini değiştirmiyor. O nedenle bir yanılgı içinde olabilirim elbette. Bunu kendimden biliyorum. Konudan uzaklaşmamak için şu an açmayacak olsam da, "gülen, kahkaha atan bir suratın" mutluluğu illa temsil etmediği bariz.

O halde annemin, veya herhangi bir insanın mutlu olup olmadığını nasıl bileceğim? En basit ve akla yatkın cevap ona bunu doğrudan sormak olmalı. Fakat bu da sorunlarımızı çözmeye yetmiyor. Bir insana "mutlu musun" diye sorduğumuzda o insandan bu cevabı genellikle alamıyoruz. İşin içine birçok faktör giriyor. En basitinden, anneme bu soruyu sorduğumda büyük bir ihtimalle ilk tepkisi annelik içgüdüsüyle tetiklenmiş bir cevap olacak. Oğlunu üzmek istemeyen anne tabii ki bu soruya kesin bir "mutluyum tabii oğlum" cevabıyla dönecektir. Yanlış anlaşılmasın, bu annem benle dertlerini paylaş(a)maz demek değil. Ama yine de oğluyla arkadaşça yaptığı bir dertleşme seansının oğlunun bir anda karşısına dikilip "anne mutlu musun" demesiyle eşdeğer olmadığını düşünüyorum. Sonuç olarak sanırım bu çabalarımız da sonuçsuz kalıyor. Bu konuda da belirsizliklerin tanıdık gölgesinde yaşamaya mecbur kalıyoruz. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dans Bakışı / Gölge Serinliği / Sinema Yolları

İstasyonlar