İşe dönmeye çalışıyorum, odaklanamıyorum. Elim telefonuma gidip duruyor. Arkadaşıma haber veriyorum, sinema planını iptal edelim. “İstersen yine de buluşalım, bir şeyler içer sohbet ederiz”. Evet, iyi gelebilir. Tanıdık yüzler görüp ortak hislerde buluşmak böyle günlerde yapması en mantıklı şey belki de. Saatler zor da olsa geçiyor. Buluşuluyor. Benzer umutsuzluk herkesin yüzünde ortak. İçiyoruz. Sessiz kalıyoruz. İçiyoruz. Bir şeyler konuşuyoruz. İçiyoruz. Dağılıyoruz. Hislerini açık açık paylaşmak iyi geliyor cidden. İnsan insana derman olabiliyor.
Öteki gün yine benzer. Bekleyişler, ne olacaklar. Haber almaya çalışmacalar, düşünceler, düşünceler… Kardeşim yaşında çocukların bir fitil ateşlediğini görüyorum sonra. Bir umut ortaya çıkıveriyor. Birçok duygu bir arada. Kıvanç… ümit… utanç? Aradan sızan bir utanç. Barikat aşmaya çalışan, yüzüne biber gazı yiyen, hepimizin özgürlüğü için vücudunu siper eden o canım kardeşlerimi düşündükten sonra ben burada ne yapıyorum o zaman şeklinde zuhur eden o utanç. Gözyaşları yine yaklaşıyor, bu sefer utançtan belki de.
Bu arada video da aklımdan uçmuş tabii. Bir anda aklıma geliveriyor. O bir an geldiğinde farklı bir gözle de bakmaya başladığımı fark ediyorum aynı şeye. O zamana kadar “yine tarihe not düşüyorum” motivasyonuyla yaptığım o şeye: Yeni bir coğrafyada, yepyeni insanların arasında, yaşam mücadeleme yeni bir giriş yapıyorum. Kazıyarak alın terimle elde ettiğim bir şeyin ilk günlerini kaydediyor, kendime bir anı bırakıyorum. Biraz gururla.
Öyle mi sahiden? Yoksa daha çok şöyle bir şeye mi benziyor: Doğduğu yeri, konuştuğu dili, yıllar içinde bıraktığı arkadaşlarını, yaşadığı aşkı bırakmış. Ya da şöyle: bırakmak zorundaymış gibi hissetmiş, buna ikna olmuş da kendini böyle bir şeyin içine atmış. Hiç kimseyi tanımadığı bir şehre gelmiş, dilini konuşmadığı insanların arasına dalmış. Zaman zaman yalnız kalmış, zaman zaman pişmanlık hissetmiş. Sonra kendini bu girdaba sürüklememek için kendi kendine motivasyonlar devşirmiş, metotlar denemiş. Kendini onaylıyor belki çektiği videolarda. Buna ihtiyacı var.
Artık bilmiyorum. Bilmemek de, şüphesi de bir duygu spektrumu yaratıyor yine zihnimde. Bildiğim tek şey kardeşim yaşında o pırıl pırıl insanların yediği dayakları gördükçe kendimi burada çok kötü hissetmem. Çok kötü ve işe yaramaz. Her zaman buralarda bizim insanımızı temsil etmemin çok önemli bir şey olduğunu düşündüm. Aklımın bir kenarında hep o durdu. Mesela başladığım şirkette tek Türk olduğumu anladığım anda o aniden yüklenen ekstra bir sorumluluk duygusunu hissettiğimde. Her bir odaya girişimde, konuşmaya başlangıcımda bana güç veren noktalardan biri olduğunda.
Bilemiyorum. Çevremdeki gençlik gruplarında bu memleketin bize nasıl kötü davrandığını, nasıl kendisinden soğuttuğunu konuşmak çok popüler. Ama şu an anlıyorum ki bizi cidden iyi eğitmişler. O altı oku öyle bir derine koymuşlar ki, en bitti tamam dediğin anda kendini ortaya çıkarıveriyor. Artık ben de şaşıyorum. Yakın zamanda Dora’yla olan bir konuşmamızda bana dediği “senin içinden bu Türk’lüğü çıkaramayız” lafı aklıma geliyor. Belki de harbiden öyle. “Türkiye evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olmak imkanını vermiyor” demiş Ahmet Hamdi. Doğru da demiş, az acısını da çekmiyoruz ama hala çok seviyoruz be.
Çok dağıtıyorum, toplayamıyorum. Ama zaten bu yazı da biraz kafamın içindekileri dökme seansım. Ve o da çok ama çok karışık.
Uzun zamandır sinirlerini aldırmış gibi gelen, beklenti kalmayan bir toplumun içinden bir anda ortaya çıkan o gençlik ateşi, iradesini kendi eline almaya karar vermiş o gençlik ateşi. İçimi öyle böyle kıpır kıpır etmiyor. Ama hasım da epey güçlü, o kadar da karanlıklar. Gözleri dönmüş ve köşeye sıkışmışlar.
Bir yandan umutsuz, ama bir yandan da çok umutlu be. O gençliği, haftasonu birlikte türküler söylediğimiz, bayrak salladığımız adanmış insanları görünce de insanın umutlu olmaması elde mi?
Canım kardeşlerim, neredeyse hiçbiriniz bu yazıyı görmeyecek ama, benim uzaklardan size bir teşekkür mektubum bu. Hepimizin gür sesi olduğunuz, geri adım atmadığınız için.
Nedense biliyorum; acı çekeceğiz, zaman da alacak ama kazanacağız. Biz daha kalabalığız, daha doğruyuz. Birlikte de olduk mu bu iş tamamdır.
Paris’ten Saraçhane’ye, o dayanışma ruhuna selam olsun!
Günler sonra gelen o ekleme:
Londra Trafalgar meydanındaki protestolardan bir döviz. Ben paragraflarca yazdım, o öz bir şekilde aktarmış. İçler biraz cız ediyor.
Yorumlar
Yorum Gönder